Kırmızı Pazartesi’yi çok küçük yaşlarımda okumuştum. O zaman bile çok etkilendiğimi hatırlıyorum. “Beni öldürdüler Wene Hala,” cümlesi hâlâ ara ara zihnimde yankılanıyor. Kitabı tek cümleyle özetleyecek olursak: Herkesin işleneceğini bildiği bir cinayetin öyküsü gerçekten de. Toplumun, halkın nasıl böylesine kayıtsız kaldığını hayretler içerisinde okuyorsunuz. Santiago Nasar, bir namus davası yüzünden ölür. Ancak doğrusu bunda suçlu olup olmadığı hakkında tek bir delil bile yoktur. O dönemin toplumunda "Namus" öyle mesele ki hatta bu iki bacak arasında anlaşılabilir (!) (Günümüzde de böyle durumlar var, zihniyet değişmediği sürece aynı kalıyor her şey.) Bu yüzden de Pablo ve Pedro kardeşler, kız kardeşinin namusunu temizlemek için Nasar’ı öldürmeye karar verirler. Kasabadaki herkes çok farklı anlatıyor olayı kimi, "Yağmurluydu," diyor. Kimi, "Ağustos güneşi gibiydi, yağmurlu değildi," diyordu. Kasaba halkı o kadar kayıtsızdı ki o kadar kimse bu duruma tepki vermiyordu ki herkes bambaşka anlattı olayı. Üstelik bizzat herkes bu olaya şahitken. Beni etkileyen en önemli şeylerden biri de Santiago Nasar’ın dostları Cristo Bedoya ve İbrahim Nasar idi. Özellikle Cristo Bedoya, arkadaşını kurtarmak için ne kadar çok çabaladıysa da işe yaramadı. Ayrıca sadece halkın değil yöneticilerin de mesela Belediye Başkanı’nın ilgisizliğini de görmüş olduk. Cinayetin işleneceğini herkes biliyordu ancak bilen herkes de sustu. Beni çok etkileyen bir eser oldu. Yıllar önce okumuştum şimdi okuduğumda hâlâ ilk günkü gibi etkileniyorum.
Şiddetle tavsiye ederim.