‘Kırmızı’sı Napolyon askerlerinin üniformasından, ‘Siyah’ı ise papaz cübbesinden gelen bir roman. Kırmızı ve Siyah.
Bu detayı araştırdığım esnada okuduğum yayın bülteninde görmesem; aşkın ‘Al’ı, ölümün ‘Kara’sı derdim. Nitekim çokta sırıtmazdı. Tolstoy gibi büyük bir ustanın, ‘Savaş ve Barış’ına ilham olmuş ‘Parma Manastırı’nın yazarı bir diğer usta; Stendhal’in, büyük başyapıtlarından olan bu romanda, dönemin çalkantılı siyasi ortamını, Fransız romantizmini yüreğizin en ücra köşelerinde hissedeceğinize şüpheniz olmasın.
Akıllı ancak zamanının koşullarında hor görülmüş hırslı bir gencin, Julien’in büyük öyküsü. Muazzam bir dönem romanı. Kitabın içeriğine girmeden şunu söylemeyi kendime bir borç sayıyorum; kitabı okuduktan sonra yüreğinize çöreklenecek hüzne hazır olmalısınız.
Stendhal, baş karakter Julien’i bekleyen o umutlu geleceğe (her ne kadar hırs ve ihtirasla elde ediliyor olsa da) öylesine inandırıyor ki; sonundaki o yıkım karşısında okuyucuyu ele geçiren öfkenin tasviri zor yapılır. Ancak ikinci kitabını okuduğum bu büyük ustanın, o incelikli stiline tekrar değinmeden geçemeyeceğim; kitabın sonunda okuyucuyu bekleyen büyük kederi, yıllanmış bir cellat hüneriyle hissettirmeden tek seferde koparıp atıyor. Belki de okurun yüreğine attığı imza olarak görüyor bunu. Ve boynu bükük kabullendiriyor.
Kitaba dair tek olumsuz eleştirim (İşbank Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi V. Basım); ikinci bölümde okuru olay örgüsünden dışarı iten çeviri hatalarıdır.
Şimdiden iyi okumalar.