Önlerinde koskocaman ahtapot gibi yayılmış bir bina vardı, bir finans şatosu, çevresindeki binaların üzerinde ur gibi büyümüş çelik ve beton bir azman. Nerede başlayıp nerede bittiğini anlamak olanaksızdı.
fikir alışverişinden, en iyi sonuç veren bu araçtan mahrumdu. Fikir alışverişi olmadan düşünceleri, artık hiç kimsenin temizleyemeyeceği kendi kafasının çamuruyla kaplanmış, kısır yarı gerçeklerden başka bir şey değildi. Ama başka çaresi yoktu. Kapana kısılmış gibiydi.
"Babasının kendi babası olmadığını öğrendiği anda, onun aslında ne kadar kendi babası olduğunu anlaması garip ve acı değil miydi?
Sana bir diyalektik, baba, diye geçirdi aklından ve hafifçe gülümsedi.
Ancak onu yitirince, yeniden kazanmıştı, bir sürü kupkuru yılın ardından."
Okuldaki tarih dersinde ne yaptıkları babasını çok ilgilendirir, öğretmenierin neler anlat tığını sorardı hep. Sandalyesinde öne eğilerek, Saul'e öğretmenin söylediği her şeye inanı n amasını öğütlerdi.
"Sana farelerin ne ol duğunu anlatayım," dedi. "Hiçbir şey yapmazlar. Bütün gün. Buldukları ne pislik varsa yer, duvarlara işer, arada birbirlerini becerir -yani bana söylenen o- ve kim lağımların hangi bölümünde uyuyacak diye kavga ederler. Söylemeye gerek yok, dünyanın kendileri için yaratıldığına inanırlar. Ama bir hiçtir onlar." "İnsanlar gibi!" dedi Deborah ve akıllıca bir şey söylemiş gibi neşeyle güldü.
Şehri alt etmişti. Çatıda süründü (hangi binanın bilmiyordu) ve şehre normalde görünmemesi gereken bir açıdan baktı. Mimarinin fesat planlarını, kadınların ve erkeklerin yaptıkları ve onların iplerini eline geçiren, ilişkilerini kısıtlayan, hareketlerini sınırlayan binaların zorbalığını alt etti. Bu insan elinden çıkan taş ürünler, yaratıcılarına karşı çıkmış, onları sağduyu ile yenerek, kolaylıkla yönetici koltuğuna yerleşmişti. Frankeştayn'ın canavarı kadar asiydi, ama daha incelikli bir yöntem kullanmış, çok daha etkin bir alan mücadelesi vermişti.
ve şehre normalde görünmemesi gereken bir açıdan baktı. Mimarinin fesat planlarını, kadınların ve erkeklerin yaptıkları ve onların iplerini eline geçiren, ilişkilerini kısıtlayan, hareketlerini sınırlayan binaların zorbalığını alt etti. Bu insan elinden çıkan taş ürünler, yaratıcılarına karşı çıkmış, onları sağduyu ile yenerek, kolaylıkla yönetici koltuğuna yerleşmişti. Frankeştayn'ın canavarı kadar asiydi, ama daha incelikli bir yöntem kullanmış, çok daha etkin bir alan mücadelesi vermişti.
Kabul edilemez olanın kabullenilişi bir tür tepkisel stoacılık, başkaları için duyduklarını körelten bir dinamikti. Bunu içinde duyabiliyordu. Gitgide artan bir kurnazlıktı bu; içinde bulunduğu ana ve olaylara odaklanmasındaki aşırı gerçeklikti. Bu onu korkuttu. Bununla yüz yüze savaşamaz, ne hissedip ne hissetmeyeceğine karar veremezdi, ama davranışlarıyla karşı koyabilirdi buna. Sanki öyle hissediyormuş gibi davranmayı yadsıyarak onu değiştirebilirdi. Kendi tepkisinden, hissettiği şeyden tiksiniyordu.
Kitabı okudu. Lenin'in geleceği yakalamayı, onun için savaşmayı, onu biçimlendirmeyi öğütlediği yazılarını okudu. Babasının ona dünyayı açıklamaya, yardım etmeye çalıştığını biliyordu. Babası onun önderi olmak istiyordu. İnsanı felce uğratan şeyin korku olduğuna ve korkuyu da cehaletin yarattığına inanıyordu.Öğrendiğimiz zaman, korkmayız artık. Bu katrandır, katran şu işe yarar, bu dünyadır, dünya şu işe yarar, biz de dünyada şu işe yararız.