Küçük Kemancı kitaplarını, Küçük Kemancı sözleri ve alıntılarını, Küçük Kemancı yazarlarını, Küçük Kemancı yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Mutluydum. Ne var ki mutluluğum eve girince uçup gitti. Evin içi, çok duygulu bir kadının elleriyle düzenlenmişti. Çok temizdi. Çok zevkli döşenmişti. Öğrendim ki evin hanımı bir salgın hastalıkta ölmüş. Yalnız hanım mı? İki de çocuğu ölmüştü. Peş peşe gelen bu ölümler, evin beyini, yani ko camın arkadaşını çılgına çevirmişti. Onu gördüğümde çok şaşırmış ve korkmuştum.
Bir erkek, ancak bu kadar perişan olabilirdi.
Arabacı her şeyi öğrenmişti. En sonunda:
“Haydi bakalım küçük kemancı, bize bir şeyler çal da içimiz açılsın.” dedi.
Riko özenle kemanını çıkardı. Çalmaya başladı:
“Dostlarım bakın orada, uzaklarda, Leylakların arasına saklanmış
Küçük bir köy görünüyor...”
“Beni iyi dinle kızım. Yaşamın en kötü yanı ümitsizliktir. Tanrıdan ümit kesilmez.
Riko bu işin içinden sıyrılmasını bilir. Ne var ki, hiçbir çocuk büyüklerine haber vermeden böyle işlere kalkmamalıdır.”
Büyükanne onun durumunu anladı. Bir gün İvet’i odasına çağırdı:
“Onu ne kadar sevdiğini biliyorum.” dedi. “Unutamıyorsun. Onun kayboluşunda senin hiç suçun yok.”
“Bak Riko, güneş ne kadar güzel. Göl pırıl pırıl. Yeryüzünde bundan güzel göl var mı acaba?”
“Bu göl gerçekten güzel!.. Ama benim kafamın içindeki göl daha güzel.”
Riko’nun gözleri uzaklara daldı.
“Hayalimdeki gölün çevresi mor dağlar la çevrili. Çamlar daha yeşil gökyüzü ve göl erimiş altın gibi parlak. Gölün kıyısında kocaman kırmızı çiçekler açmış. Her yanı sıcak ve kuru. Deli bir rüzgâr esmiyor. Hiç üşümüyor insan. İstediğin yere oturabilirsin. İşte benim hatırladığım göl.”
İvet’in çok iyi yürekli bir anneannesi vardı. Birlikte aynı evde kalıyorlardı. Anne annesi, İvet’in bu kadar küçük yaşta bunca işi tek başına yapmasına çok üzülüyordu.
Ara sıra yanına çağırır ve ona ya para ya da küçük bir oyuncak verirdi.
İvet, dokuz yaşında olmasına rağmen evin tüm işlerin sorumluluğunu yüklenmişti. Zaten ailenin en büyük kızı oydu. En küçüğü kundakta yedi kardeşi vardı. Her şeye o koştururdu. Ama yine de şikâyet etmeden çalışmayı sürdürürdü.
Bazen babasıyla dolaşmaya çıkarlardı.
Bu zamanlarda hemen hemen hiç konuşmazlardı. Ama babasının söylediği İtalyan şarkılarıyla mutluluklarını etrafa yayarlardı.
Babasını dinlerken hiçbir şeyin farkına varamazdı.
Sabahları işe giderken adamın yanında küçük bir çocuk olurdu. Bu oğluydu. Her sabah babasını yolcu etmek için kapıya çı kar, sonra da arkasından uzun uzun bakardı. Babasına çok benziyordu ve ona hayrandı.
Sils-Maria köyü küçük, tarlalar arasın da kalmış sevimli bir köydü. Köyün sonlarına doğru köyden kopmuş, bağımsız iki ev vardı. Bu evlerden birinde sebze bahçesi, diğerinde ise ahır vardı. Sebze bahçesi olan ev daha yeniydi ve hemen göze çarpıyordu. Diğer ev ise daha eski görünümlüydü.
'' İvet, sen yanımda olmasaydın burda bir dakika durmazdım'' dedi,''Ömrüm boyunca bir aileye, sıcak bir yuvaya asla sahip olamayacağım. Kaderim bu benim. Hayatım hanlarda içki masaları sarhoş naraları arasında keman çalmakla geçecek.''