Anadolu'dan çıkıp İstanbul'a gelmiş üç arkadaşın, karınlarını doyurmak maksadıyla yakalayıp kafeslediği kuşları azat buzat geleneği ile satma çabasını anlatıyor hikaye.
Azat buzat geleneği, insanların kuşları azat ederek işledikleri günahlardan kurtulma inancına dayanmakta. Bu yüzden ki " azat buzat beni cennet kapısında gözet" diye bağırmaktalar cami önlerinde.
Lakin işler eskisi gibi değildir artık. En temel insani dürtü olan doymak amacıyla tıka basa doldurdukları kafeslerdeki kuşları azat etmek isteyen kalmamıştır.
Aslında yazar, kafeslere kuşlar yerine umutları, hayalleri, vicdanları doldurmuş, bunların nasıl acımasızlığa, vurdumduymazlığa ve bencilliğe yenildiğini anlatmaktadır.
İnsanlar sonradan sonraya mı unuttu insanlığını yoksa hep mi böyleydi? Sanki eskiden böyle değildi hikayedeki Mahmut'un dediği gibi "O zamanlar daha iyiydiler denemez, kim bilir, ama daha başkaydılar. Belki de yürekleri yufka, daha acımayla, daha sevgiyle doluydular. Belki de doğaya yakındılar, kim bilir..."
Öyleyse sormak lazım, kimdir asıl suçlu? Kuşların özgürlüğünü alıp kafese koyanlar mı, yoksa onları azat etmeyenler mi? Yoksa aç kalmamak için kuşları feda ettiren düzen mi? Peki ya kuşlar? Onların suçu neydi?
Birkaç kez okunası çok güzel bir hikaye. İyi okumalar...