Sevgilim,
başlar önde, gözler alabildiğine açık,
yanan şehirlerin kızıltısı,
çiğnenen ekinler
ve bitmez tükenmez ayak sesleri :
gidiliyor.
Ve insanlar katlediliyor :
ağaçlardan ve danalardan
daha rahat
daha kolay
daha çok.
Sevgilim,
bu ayak sesleri, bu katliâmda
hürriyetimi, ekmeğimi ve seni kaybettiğim oldu,
fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden
güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan
gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman...
En güzel deniz: henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk: henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz: henüz söylememiş olduğum sözüdür.
Kitap okurum: içinde sen varsın,
şarkı dinlerim: içinde sen
Oturdum ekmeğimi yerim: karşımda sen oturursun,
çalışırım: karşımda sen.
Sen ki her yerde “hâzırı nâzır”ımsın,
konuşamayız seninle,
duyamayız sesini birbirimizin
Türk şiirinin çizgisini değiştirmiş, çok yönlü, evrensel boyutlu bir şair ve yazarın bu basım için yeniden gözden geçirilmiş, kaynak metinler esas alınarak düzeltilmiş "külliyatı"... Şehir uzakta. Genç adam ayakta. Akıyor şehirden geçen nehir genç adamın ayakları dibinden. Genç adam piposunu çıkarıyor cebinden aranıyor kibriti. Bakıyor akasuya düşünüyor Heraklit'i, düşünüyor büyük hakim Heraklit'i genç adam...
Kuvâyi MilliyeNazım Hikmet Ran · Yapı Kredi Yayınları · 20103,155 okunma
Sevgilim, bu ayak sesleri, bu katliamda
Hürriyetimi, ekmeğimi ve seni kaybettiğim oldu,
Fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden
Güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan
Gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman
920’nin 16 Martı.
Öğleden evvel
saat onda
makina başında şöyle bir telgraf aldı Ankara’daki:
«Der-aliye 16/3/1920.
İngilizler bastı bu sabah
Şehzadebaşı’ndaki Muzika karakolunu.
Müsademe edildi.’’
".....
Bir gün kar yağarken,
yahut bir gece,
yahut bir öğle sıcağında,
hangimiz ilkönce,
nasıl ve nerede öleceğiz?
Nasıl ve ne olacak
ölenin son duyduğu ses,
son gördüğü renk,
kalanın ilk hareketi
ilk sözü ilk yediği yemek?
Belki de birbirimizden uzakta öleceğiz.
Haber çığlıklarla gelecek,
yahut da ima edecekler,
ve kalanı yalnız bırakıp gidecekler .
Ve kalan karışacak kalabalığa.
...."
20 Eylül 1945
Bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedi,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler. Kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
onlar : kadın
ve yoldaş olan ...
Mahzundular, acıydılar, seviçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar ...