"Kendi yaşayışına gelince, penceresi kuzeye bakan bir çatı katı gibi soğuktu, sıkıntı denen sessiz örümcek de karanlıkta yüreğinin dört bir köşesinde ağlar örüyordu."
Madam Bovary'nin hislerini anlatan en iyi cümlelerden biridir kuşkusuz. Her yeni gününde, her yaşantısında içinde hayata karşı olan soğukluğun kat kat arttığını çok yakından hissettik. Öyle ki, bazı yerlerinde sıkıntıdan derin nefes alıp verişlerim oldu.
Emma Bovary,
Keşke bardağın dolu tarafını görebilseydin. Seni çok seven eşini, güzeller güzeli kızını, mütevazı hayatını sevebilseydin de senin hikâyenin sonu mutlu bitseydi.
Evet, mutlu sonla biten bir kitap değil ne yazık ki. Gerçi ben nedense güçlü bir kadının yasam mücadelesini okuyacağımı zannediyordum. Arka kapağı okumamıştım ama Can Yayınları Klasik Kadınlar serisi altında çıkartınca niyeyse güçlü bir karakter göreceğimi düşünmüştüm ama Emma Bovary'nin karakteri ve yaşamı bambaşka. Stefan Zweig'ın Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu kitabını okurken de aynı hislere kapılmıştım. Neden diyorum, Neden insan kendi hayatını mahveder? Neden senin olmayan, hiç olmayacak birisi uğruna, senden çok uzak bir yaşam uğruna bir ömrü heba eder, kendini mutsuzluğun derin çukurlarına iter? Bilmem, belki de bazı insanların gayesi budur. Kendine hayatı zehretmek.
Her şeye rağmen, ne kadar kızsam da Emma'ya onu sevdim. Onu yaşadıkları ve beğenmedikleri ile değil de, sahip olup göremedikleriyle sevdim. Hoşça kalın Madam Bovary. Geleceğiniz karanlık, kapkaranlık bir koridormuş sahiden, kapısı açıldı. Biz de seyrettik.