Kitabı okurken, hepimiz öleceğimiz zamanın ne uzaklıkta olduğunu bilseydik, acaba yazgımızın kalanını değiştirmek için bizlerde Valancy kadar cüretkar davranabilir miydik diye düşündüm. İnsan öleceği zamanın meçhullüğüne dayanarak alışkanlıklarının içinde rahat rahat yaşıyor. Sanki sonsuz zamanımız varmışçasına bizi mutsuz eden şeylere göz yumup, uzun süreler boyunca yaşanmamışlıklarımız bizleri rahatsız etmiyor. Ne zaman ki ihtiyarlıyoruz o zaman ölümün yakınlığını idrak ediyor zihnimiz. İşte o zaman, gelecek günlerimizin endişesinin ne denli boş olduğunu, elimizdeki günün kıymetini bilmediğimizi anlıyoruz sanırım.
İşte baş karakterimiz Valancy, bu idrak ediş ile 29. yaşında, kendisine ölümcül bir kalp hastalığı teşhisinin konulması sonucunda karşılaşıyor. Her an için ölebileceği gerçeği ile karşı karşıya kalınca, her şeye boyun eğdiği, amiyane tabirle ''yaşanmamış hayatının'' ne kadar büyük bir kayıp olduğunu anlıyor ve kendini hayatın akışına bırakıyor. Kendini baskılamak zorunda kalmadığı bir hayat kuruyor.
Açıkcası Valancy'nin tüm baskılara, sürekli olarak hissettiği korkulara ve etrafındaki tüm kötülüklere karşın kalan zamanını kendi dileğince yaşamak için gösterdiği cesareti ve ayaklarının üzerinde duruşunu hayranlıkla okudum.
Genel olarak basit kurgulu, sade anlatımı olan, olay örgüsünü ilk sayfalardan kestirebileceğiniz sevimli bir kitap.
Yoğun dönemlerinizde sakin bir şeyler okumak isterseniz tercih edebilirsiniz.