“Otuzuna basma dediğin, on yıl sürecek bir yalnızlığın eşiğine basma, bekâr dostların azalması, heves heybesinin hafiflemesi, saçların seyrelmesi, başka ne!”
"Orda oturmuş o eski, o unutulmuş dünyayı kara kara düşünürken, Daisy'lerin rıhtımın ordaki yeşil ışığı Gatsby'nin ilk defa gördüğünde duyduğu hayranlık düştü aklıma. Bu gümrah çimene ta nerden kalkıp gelmişti ve öyle yamacında gibiydi onca zaman ardından koştuğu düş, uzatsa hani elini, tutacak. Ne çare, bilmiyordu o düşün çoktan gerilerde kaldığını, şehrin ötesinde zifiri cumhuriyet tarlalarının gecede dalga dalga yuvarlandığı o uçsuz bucaksız karanlıklar içinde bir yerde, ta gerilerde kaldığını bilmiyordu."
"Ne bağışlayabilir, ne hoş görebilirdim onu, ama baktım, ne etmiş, ne işlemişse, körü körüne haklı görüyordu hepsinde kendini. Düpedüz sakarlık, çapaçulluktu bu. Tom da, Daisy de sakar insanlardı, canlı cansız, karşılarına ne çıkarsa, kırıp döküyor, sonra da paralarının ve o korkunç sakarlıklarının siperine ya da onları yan yana tutan neyse, onun gerisine sığınıyorlardı; işi yoksa, başkaları kaldırsın arkalarında bıraktıkları yıkıntıyı."
"Otuzuna basmıştım. Önümde yeni bir on yılın kademsiz, göz yıldırıcı yolu uzanıyordu.
Hep birlikte kupa arabaya binip Long Island'a doğru yola çıktığımızda saat yediydi. Tom durmadan konuştu, tafra sattı, kahkahalar attı, ama sesi, benle Jordan'dan ilerdeki asma yolun velvelesi ya da yaya kaldırımdan gelen yaban gürültüler kadar ıraktı. İnsan duygudaşlığının da bir sınırı var; aralarındaki o feci atışmanın geride kalan şehir ışıkları gibi solup gitmiş oluşundan hoşnuttuk. Otuzuna basma dediğin, on yıl sürecek bir yalnızlığın eşiğine basma, bekâr dostların azalması, heves heybesinin hafiflemesi, saçların seyrelmesi, başka ne! Allahtan yanımda Jordan vardı, Daisy gibi değildi o, çoktan unutulmuş düşleri bir çağdan öbürüne sürümeye kalkışmayacak kadar güngörmüş kızdı. Karanlık köprünün ordan geçerken, soluk yüzü ceketimin omzuna tembel tembel gelip dayandı ve elinin güven tazeleyici basısı otuzuna basmanın o korkunç acısını giderdi."
"Jordan Baker, içgüdüsüyle, sözü açık, zeki erkeklerden kaçınıyordu; sonradan kafama dank etti; bu, ahlak kurallarını çiğnemenin havsala dışı sayıldığı ortamlarda kendini daha emin hissettiği içindi. Düzenbazdı, hem de nasıl. Altta kalmaya, küçük düşmeye gelemiyordu, sanırım; bu yüzden de, daha çocukken, hem ele güne karşı o pervasız, saygısız gülüşünü sürdürmek, hem de o katı, fırlak vücudunun isteklerini karşılayabilmek için yalana dolana sapmaya başlamıştı.
Bana göre hava hoştu. Biz, erkekler, kadınların düzenbazlığını derinden derine ayıplamayız ki zaten. Bir tuhaf oldum önce ama, unuttum sonra."
"Ele güne karşı o canı sıkkın, yüksekten bakan hali, gerisinde, bir şeyler saklıyor olacaktı, bütün yapmacıklar, başta öyle olmasa bile, eninde sonunda bir şeyler gizlemek için değil midir zaten..."
"Halden-anlarlıkla gülümsedi. Dahasını söyleyeyim, insana tam bir güven aşılayan nadir gülümsemelerden biriydi o; öylesi- ne hayatta dört beş defa ya rastlanır, ya rastlanmaz. Sanki bir an için bütün dünyayı kolaçan etmiş ya da eder gibi yapmış da, sonunda dayanılmaz bir önyargıyla sizden yana dönmüş. Öyle bir gülümseme ki, bakıyorsunuz, sizi tam anlaşılmak istediğiniz kadar anlıyor; kendinize nasıl inanmak istiyorsanız, size işte öyle inanıyor; ek kıvamınızdayken bir başkasında yaratmayı umduğumuz izlenimin ta kendisini edindiğini size duyuruyor. Tam işte bu noktada gülümseme kayboldu; o gidince, konuşmasının özenli resmiliği gülünçlüğe çalan, otuz, otuz bir yaşlarında, genç, zarif bir babayiğitle karşı karşıya kaldım."
Toy çağımda bir öğüt vermişti babam bana, hala küpedir kulağıma. Ne zaman birini tenkide davranacak olsan hatırından çıkarma, herkes senin imkanlarınla gelmemiştir dünyaya.
Toy çağımda bir öğüt vermişti babam, hala küpedir kulağıma.
" Ne zaman" demişti, " birini tenkide davranacak olsan, hatırdan çıkarma, herkes senin imkanlarında gelmemiştir dünyaya!"