Yaşam diye bilinen sendrom tedaviye olanak tanımayacak kadar dağınıktır. Tedavisi mümkün her tanıya karşılık kötüleşen bir başkası ortaya çıkar. İnsanların gereksinmeleri bir kısır döngü yaratır. Eksikliğin niceliği asla değişmez.
Üstesinden gelinen her güçlük, yerini bir başkasına bırakıyor. İnsan gereksinimleri kısır bir döngü oluşturuyor. Bir tatmin edilir edilmez, öteki çıkıyor karşımıza
"Neye âşıksın?" dedi Murphy. "Ben böyleyim. Var olmayan bir şeyi arzulayabilirsin ama sevemezsin." Murphy'den iyi bir hücumdu doğrusu. "Peki neden beni değiştirmek için bunca çaba harcıyorsun? Beni artık sevmemek için mi?" Sesi burada, hayranlık verici bir tizliğe ulaştı, "Beni sevmeye yazgılı olmamak için mi, beni sevme zorunluluğundan kurtulmak için mi?"
Celia Murphy’den bir an bile ayrı düşse (kimi zaman zorunluydu bu), anlamdan yoksun yüzyıllar geçiyordu sanki. Murphy aynı durumu, kendi açısından, daha tumturaklı bir biçimde, şöyle dile getiriyordu: “Celia’sız bir hiçim!”
Kıç doğanın en iyi nitelikleri yüklediği organımızdı, yalnızca tekmelenmek için değil, tekmeleri savuranla alay etmek için de. Yargıçların önünde cübbesini beline kadar kaldırdığında Sokrates’in çarpıcı bir biçimde örneklediği bir paradokstu bu.
Yaşam diye bilinen sendrom tedaviye olanak tanımayacak kadar dağınıktır. Tedavisi mümkün her tanıya karşılık kötüleşen bir başkası ortaya çıkar. İnsanların gereksinmeleri bir kısır döngü yaratır. Eksikliğin niceliği asla değişmez.
Bilimin erkekleri, kadınları ve çocukları veriler önünde boyunlarını bükmek zorunda kalıyordu ister istemez. Dış gerçekliğin ya da kısacası gerçekliğin tanımı, tanımlayanın duyarlığına göre değişiyordu. Ama hepsi, bu gerçeklikle temasa geçmenin, temas ne kadar üstünkörü olursa olsun, ender görülen bir ayrıcalık olduğunda birleşir durumdaydı.