Birçok hikayeyi ne kadar beğensem de açıp tekrar okumam çünkü aklıma gelmez bunu yapmak. Buna istisna olan tek hikaye mutlu prens. O basit, dümdüz, çocuk düzeyinde dediğimiz olaylar bana o kadar çok keyif ve hüzün veriyor ki anlatamam. Çok derinlikli olduğunu düşünüyorum. İlk kez okuduğumda çocuktum, ağlamıştım. Üniversite yıllarında ikinci kez okudum, bu sefer sinirlenmiştim. O zamandan bu yana ise aklıma estikçe okuyorum. Her seferinde farklı bir tat veriyor gerçekten.
Bu hikaye ile aramdaki bağ sanırım biraz da kırlangıçta kendimi görmemden geliyor. Yaptığı her şey tam da benim yapacağım şeyler gibi. O duygusallığı ve aptallık denebilecek düzeydeki saflığı beni benden alıyor iyi manada. Mutlu Prensin de yaşamı boyunca bir fanusta yaşamış olması beni hep sinirlendiriyor. Öldükten sonra üç beş kişiye yardım yapmanın çok da faydası yok be...
Hikayeden çok da bahsetmeyeceğim, herkes az çok biliyordur zaten. Oscar Wilde'ın da en iyi eserlerinden sayılmasa da en meşhur eserlerinden biri. Zaten yazarın zekasını ve yeteneğini her fırsatta övüyorum. Tekrar övmüş olayım bu vesileyle.
Tanrı, Meleklerinden birine, “Bana şehirdeki en değerli iki şeyi getirin,” dedi ve Melek ona kurşun kalbi ve ölü kuşu götürdü. “Doğru bir seçim yapmışsın,” dedi Tanrı, “çünkü benim Cennet bahçemde bu küçük kuş ebediyete kadar şarkı söylemeli ve benim altın şehrimde Mutlu Prens beni onurlandırmalı.”