Şimdiye kadar on resim çektim, bir, benim yumuşak pabuçlarım; iki, jimnastik odasının tavanındaki ışık; üç, bodrumun karanlığı (ama resim fazla parlak çıktı); dört, çizgileriyle birlikte elimin içi; beş, buzdolabının yan tarafında fare deliği olmasını umduğum bir delik; altı, pantolonun içindeki dizim; yedi, oturma odasındaki halının çok yakın resmi; sekiz, bu sabah televizyonun içindeyken Dora'nın resmi olmalıydı ama tümüyle zikzaklı çıktı; dokuz, gülümsemeyen Cicidede; on, yatak odası penceresi, geçen martıyla birlikte ama martı fotoğrafta çıkmadı. Aynada kendimin de bir resmini çekecektim ama o zaman bir paparazzi olurdum.
Başta kitabın içine girmekte zorlandım ama daha sonra güzelleşti. 5 yaşındaki bir çocuğun ağzından anlatılıyor. Akıcı bir kitap olmuş. Filmini de izlemeyi düşünüyorum.
"Dinle, Jack. Dinliyor musun?"
"Seni hep dinliyorum."
"Buradan çıkmak zorundayız."
Ona bakakalıyorum.
"Ve bunu kendi başımıza yapmak zorundayız."
Ama bizim bir kitaptaki gibi olduğumuzu söylediydi, kitaptaki insanlar kitaptan nasıl kaçabilir ki?
Eğer kaçacak olsaydım bir sandalye olurdum ve Anne hangisi olduğumu bilemezdi. Ya da kendimi görünmez yapar ve TepePencere'ye yapışırdım ve o benim içimden bakardı. Ya da minicik bir toz beneği olur gidip onun burnuna konardım o da hemen beni hapşırırdı.
Çocuğum
Öylesine dertliyim.
Sense uyuyorsun, dingin yüreğin;
o kederli koruda;
bronza çivilenmiş gecenin içinde,
kıpırtısız yatıyorsun mavi karanlıkta ışıldayarak.