Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

1300-1700

Osmanlı Dünyası ve Avrupa

Daniel Goffman

undefined Osmanlı Dünyası ve Avrupa Sözleri ve Alıntıları

undefined Osmanlı Dünyası ve Avrupa sözleri ve alıntılarını, undefined Osmanlı Dünyası ve Avrupa kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Osmanlı devleti, gerçekten de, -Sünni İslam mezhepleri arasında en uzlaşmacı olan- Hanefi mezhebine sahip çıkarak ve kanunlarını oluştururken dört mezhebi de hesaba katarak, İslam geleneğinin sınırları içinde en yüksek esnekliği gösterdi; böylelikle, imparatorluğun birbirinden apayrı Hıristiyan ve Musevi cemaatleri ile Sünni İslamın içindeki çeşitli mezheplerin yandaşlarını yatıştırmayı sağladı. Dahası, çeşitli tasavvuf akımlarını, şehir ekonomileri ve askeri örgütlenmeler içinde kurumlaştırarak, yerleşik kurallara uyum göstermeyen inanç ve uygulamaları temelde tasdik etmiş oldu.
Asya'nın aranan mallarını dağıtanın İslam dünyası olması, Batı Avrupalıları bu dünyayla ticari ilişkilerini sürdürme ve geliştirmekte daha da istekli yapsa da, aralarındaki bağı biçimlendiren, Osmanlıların bir İslam toplumunda Müslüman olmayanlara biçtiği roldü. Geç ortaçağın Avrupalı Hıristiyanları “öteki”yle, özellikle Musevilerle ve Müslümanlarla ilişkilerini çoğu kez şiddetli zulüm ve dışlama biçiminde yürütüyorlardı. Osmanlılar kendi içlerindeki “öteki”lere daha az şiddetle, kuramsal bir Müslüman üstünlüğü dayatarak davranıyorlardı (bu üstünlük, Müslüman olmayanlardan alınan bir kelle vergisi ve çoğunlukla belirli simgesel, özel yaşamı düzenleyici kısıtlamalarla belli ediliyordu); bunu yaparken gösterdikleri neredeyse katıksız, fakat etkili bir umursamazlık içinde, imparatorluktaki çeşitli dinler, etnik cemaatler ve yabancılar yan yana yaşıyor ve sonuçta kendi iradeleriyle kaynaşıyorlardı.
Reklam
Yayılmacılık geleneğinin gereği olarak her tahta çıkan padişah yeni bir toprak kazanımıyla başlangıç yaparak, kendine meşruiyet sağlamalıydı. II.Mehmed Konstantinopolis'e boyun eğdirmişti, I.Selim Suriye'yle Mısır'ı almıştı, Süleyman da Belgrad'la Rodos'u.
Sayfa 196Kitabı okudu
Padişahın (Süleyman I), Avrupalı krallarla rekabet etme yöntemlerinden biri, Roma ve Katolik imparatorluk gelenekleriyle ilişkili otorite simgelerinden taç ve hükümdarlık asasını benimsemesiydi.
Sayfa 141Kitabı okudu
Osmanlı İmparatorluğu geleneksel olarak Hristiyanlara zulmeden bir güç olarak görülmüştür; ama bunun yerine, acımasızca hoşgörüsüz Hristiyan Avrupa'dan kaçanlar için bir sığınak olarak da değerlendirilebilir. Ne de olsa, Osmanlı dünyasında Hristiyan dünyasından kaçmış binlerce dönme varken, Hristiyan Avrupa'da İslam dininden dönenlere hemen hemen hiç rastlanmıyor.
Büyük Türk (Mehmet II), toprakları içinde var olan her şeyin öylesine efendisidir ki, ülkesinde yaşayanlar kendilerini onun tebaası olarak değil, köleleri gibi görür. Kimse kendi başının efendisi olmadığı gibi, evinin ya da tarlasının hâkimi de değildir.
Reklam
Murad’ın döneminde sık sık meydana gelen çatışmalar, Osmanlı askeri ve bürokratik kurumlarının gelişmesine ivme kazandırdı. Murad yalnız yeniçeri ocağını büyütmekle kalmadı, Venedik deniz gücüyle Ege ve Karadeniz’de boy ölçüşmek üzere bir donanma da meydana getirdi. Osmanlıların, barutu benimseyerek hem yaya askerleri kaval tüfeğiyle donatmaları, hem de kuşatmalarda büyük toplar kullanmaları da II. Murad’ın hükümdarlığına rastlar. Bu yeniliklerle atbaşı giden ve yenilikleri gerçekleşme aşamasına getiren iktisadi büyüme sayesindedir ki, gelir artmış ve Osmanlı bürokrasisi ile yönetici sınıfı genişlemişti. Sonuç olarak, II. Mehmed 1451 yılında ikinci kez tahta oturduğunda,Tuna’dan İç Anadolu’ya dek uzanan topraklarının büyüklüğü ve kaynakları kendinden öncekilerin sahip olduklarını kat kat aşmıştı. Ülke fiziksel açıdan büyürken, Osmanlıların kimlik duyguları da olgunlaştı.
Tarihçiler genellikle Anadolu ve Balkan topraklarına yapılan Türkmen akınlarını barbar yağmacılığı olarak nitelendirirler; oysa bunların yeni ve özgürlük getiren bir imparatorluğun temellerinin atılışı olduğu aynı derecede kolaylıkla düşünülebilir. Konstantinapolis'in Osmanlıların eline geçmesinin Batı uygarlığı için felaket olarak betimlenmesi bunun en tipik örneğidir; oysa bu rejim değişikliği, canlılık kaynağı art bölgelerinden koparılmış görkemli bir kentin yeniden doğuşu olarak da görülebilir.
Devşirme uygulaması, gençleri yalnızca ailelerinden ve yurtlarından koparıp almakla kalmadı, aynı zamanda onlara, kendi kültürlerine yabancı bir kültürü ve kendi dinlerine son derece düşman olarak algılanagelmiş bir dini dayattı. Onlara Hristiyanlık yerine İslama inanmaları, Sırpça, Hırvatça yerine Türkçe konuşmaları öğretildi.
Osmanlıların Balkanları fethi çoğunlukla o bölgenin tarihinin askıya alınması ve dıştan gelen tanrıtanımaz bir yayılmacı gücün boyunduruğu altında tutsak edilmiş bir toplumun kıpırdayamaz duruma düşmesi olarak düşünülür. Oysa, bakış açısı değiştirilirse, Osmanlı uygarlığının Avrupa'nın içine işlemesiyle gelen karşılıklı toplum kaynaşması ve kültür harmanlamasına, canlılık ve yaratıcılığın patlaması olarak bakılabilir.
Reklam
O zamanlar [I. Murad’ın hükümdarlığında (1362-89)] vergiler düşük idi. Koşullar öyleydi ki, kâfirler bile baskı görmeden yaşıyordu. Keselerine [giysilerine?], öküzlerine ya da oğullarına, kızlarına el atılıp satılamazlar ya da rehin alınamazlardı. O zamanlar hükümdarlar aç gözlü değildi. Ellerine geçeni yeniden dağıtırlardı; hazinenin ne olduğunu bilmezlerdi. Fakat ne zaman ki Hayreddin Paşa Babü’s-saade’den içeri adım attı, doymak bilmez âlimler hükümdarların akıl hocası kesildiler. Önce dindarca davranışlar sergileyerek başladılar işe, sonra fetvalar çıkarır oldular: “Hükümdar olan kişinin hazinesi olmalıdır”, dediler. O zamanlar, hükümdarları kendi yanlarına çekip, etki altına aldılar. Açgözlülük ve zulüm ortaya çıktı. Gerçekten de, aç gözlülüğün olduğu yerde zulüm olması kaçınılmazdır. Günümüzde daha da arttı. Bu ülkede nice zulüm ve yolsuzluk varsa hepsi ulemanın başının altından çıkıyor.1
Şeriat ile padişah hukukunu bağdaştırmada Ebussuud Efendi’nin çözüm olarak kullandığı araç, yasa ve uygulamaya ilişkin sorunlara dini otorite sahibi, tam nitelikli bir kişinin getirdiği bir açıklama olan “fetva” idi. Şeyhülislamın fetvalarının belli bir ağırlığı olacağı açıktı ve Ebussuud bu otoritesini “insanoğlunun koyduğu yasaları ilahi yasalarla uyumlu duruma getirmekte” kullandı.15 Konunun uzmanı modern bir tarihçiye göre, bunu başlıca üç alanda gerçekleştirdi. Birincisi, toprak ve vergilere ilişkin çok çeşitli yasalar yığınını, zamanla Osmanlı toplumunca kutsal kabul edilen bir biçime kavuşturdu. İkincisi, Kanuni Sultan Süleyman’ın birçok unvanı arasına halifeliği katarak, hükümdarın yalnızca Osmanlı devletinin başı olmadığını, aynı zamanda bütün Müslümanların yol göstericisi olduğunu vurguladı; icat edilmiş bu gelenek, padişah hukukunun geçerliliğini sağlamaya katkıda bulundu. Üçüncüsü ve en tartışmalısı, Hanefî mezhebine uygun olarak, vakıfların borç verebilmesini ve servet yaratmada kullanımını yasallaştırdı.16 Kısacası, Ebussuud ve diğer din görevlileri Osmanlı yasalarını yalnızca etkin bir biçimde belli bir düzene bağlamak ve standartlaştırmakla kalmadılar, aynı zamanda bunu öyle bir biçimde yaptılar ki, ülke içinde ve dışında karşılaşılan sorunların içinden yaratıcılık ve esneklikle sıyrıldığı sırada bile, devletin yerleşik dini kurallara uyar görünmesineolanak sağladılar.
Osmanlı hükümeti şeriata öncelik tanıyordu. Bununla birlikte, şeriat imparatorluktaki tek yargı yapısını oluşturmuyordu. Ermeni, Ortodoks Rum ve Musevi Osmanlı cemaatlerinin tümü kendi mahkemelerini kurmuşlardı ve cemaat üyelerini kendi dini kurallarına göre yargılıyorlardı;
Genç padişaha(2.Mehmed) başlıca tehdit Bizans’ın kendisinden değil, olası güçlü bağlaşıklarından, özellikle donanmaları ile kuşatmaya denize açık yandan soluk aldırabilecek Cenevizler ve Venediklilerden geliyordu. Bu nedenle ilk yaptığı iş, yarım yüzyıl önce büyükbabasının babası Bayezid’in yaptırdığı Anadoluhisarı’nın karşısına Rumelihisarı’nı yaptırmak oldu. Tahta geçişini izleyen bir yıl içinde bu hisarın yapımı tamamlandı ve iki hisara yerleştirilen toplar, Karadeniz’den denizyoluyla geçişi etkili biçimde engelledi. Bu önlemle takviye kuvvetlerin gelme olasılığı azaltılmış oldu; üstelik, Galata’daki Ceneviz kolonisinin yansızlığını açıklaması, gemileri karadan geçirip Haliç’e indirebilme yetisi, kentin duvarlarını dövecek dev bir topun döktürülmesi ve mevzilenmesi, özellikle yeniçerilerin direngenliği ve kenti savunanlarda - kentin Rum nüfusunun büyük kesiminin bir Latin yönetimi görmektense Osmanlı yönetimi görmeyi belki de yeğlemesinin de artırdığı- umutsuz bir kaçınılmazlık duygusu, 54 günlük bir kuşatma sonunda 1453 yılının mayıs ayında Konstantinopolis’in Osmanlıların eline geçmesini sağladı.
İlk sultanlar hem siyasal amaçlarına ulaşmak, hem de çocuk sahibi olmak için evlenirken, 14. yüzyılın sonlarında hükümdar, cinsel ilişkiye yer vermeyen evlilikler yapıp, cinsel ilişkisini köle cariyelerle sınırlamaya başladı.
40 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.