“..sezgiler her zaman bize gelir; bir şey içimize doğar ; aslında sezgi kendisini yaratmıştır ve biz, eğer yeterince akıllı ya da hızlıysak onu yakalarız.”
Ahlaklı olma, tıpkı zeka gibi, bir hediyeye benzer. Ahlaklılık, ona doğal olarak sahip olmayan bir sistemin içine pompalanacak bir şey değildir, fakat sahip olunduğunda bozulabilir ve şekil değiştirebilir.
İnsanoğlundan- bahsedilirken, herkes kendi egosunun kişiliğini kasteder -yani, farkında olduğu kadarıyla kendi kişiliğini -ve başkalarından bahsedilirken de, onların kendisininkine çok benzeyen kişilik yapısına sahip olduklarını varsayar.
Rosarium Philosophorum'um anonim yazarı şöyle söyler : Kadından ve erkekten yuvarlak bir daire yap, bundan bir dik dörtgen çıkar ve ondan da bir üçgen çıkar. Halkayı yuvarlat ve o zaman Filozofun Taşı’na ulaşmış olacaksın.
Oysa sezgiler her zaman bize gelir; bir şey içimize doğar; aslında sezgi kendisini yaratmıştır ve biz, eğer yeterince akıllı ya da hızlıysak onu yakalarız.
Şimdi -bir protestan olduğum varsayımıyla- bana sorabilirsiniz: “Eğer katolik bir hastana, rahibe gidip günah çıkarmasını söylersen, yine inanmadığın bir şeyi önermiş olmuyor musun?”
Bu kritik soruyu cevaplamak için, önce şunu belirtmeliyim ki, eğer elimde olsaydı, inancımı asla söylemezdim. Eğer inancımı sorarlarsa, gerçekten bildiklerimden ibaret olan inançlarımın şüphesiz yanında olacağım. Bildiklerim konusunda kendime güvenirim. Bunlar dışındaki her şey hipotezdir ve bunların çoğunu bilinmeyene bırakabilirim. Bunlar beni rahatsız etmez. Fakat onlar hakkında bir şeyler bilmem gerektiğini hissedersem, eminim o zaman canımı sıkmaya başlarlardı.