Ne yazık ki, aydın olarak bizler şeriat konularında tam bir bilgisizliğe, medeni cesaret alanında da sınırsız bir ürkekliğe saplanmışızdır. Bu bilgisizlik, cesaretsizlik ve ürkeklik içerisinde şeriatçıyı başıboş bırakmış, onunla tartışamaz, onun yalanlarına karşı çıkamaz olmuşuzdur. Örneğin şeriatçı kalkıp da bize, "Yaşamlarımızı din kurallarına uydurmalıyız, aksi takdirde Kur'an'ı inkâr etmiş oluruz" dediği zaman, kalkıp da kendisine, "Hayır yanılıyorsun ve yalan söylüyorsun, çünkü uymamız gereken şey din kuralları değil, hele Kur'an hiç değil; uymamız gereken şey, her şeyden önce akıl kurallarıdır, akılcılıktır; çünkü şeriat verileri, özellikle Kur'an, akla ve çağdaş yaşamlara yer vermez" diyemiyoruz. Çünkü şeriatın akla, mantığa ve çağdaşlığa ters yönlerini bilmiyoruz ya da bilsek de bunu söyleyecek cesareti gösteremiyoruz. Yine bunun gibi şeriatçı bize, "Şeriata inanan insanlar olarak... cehaleti, ataleti ve meskeneti terk etmeliyiz" dediği zaman, "Hayır yalan söylüyorsun, çünkü cehaleti, ataleti ve meskeneti yaratan tek şey şeriatin ta kendisidir" deyip şeriatçıyı susturamıyoruz, zira şeriatin özünde ve içeriğinde cehalet, atalet ve meskenet yattığını bilmiyoruz; bilsek de söyleme cesaretini gösteremiyoruz.