“Ah, artık şu sulh olsa da bir kere terhis olunsak, belki o zaman bu feci ayrılık ızdıraplarından kurtulur, saadet, ¹meserretlerle yaşardık. Ah bir kere sulh olsa… Bütün ümitlerim bu noktadadır. Ah sulh, sulh… Bizim saadet kavuşmaklığımıza ²bais olacak sulh… Çabuk, pek çabuk imdadımıza yetiş… Ah bir kere şu sulh olsa da seninle birleşsek Hasine. Nereye gideceksek gitsek, kendi evimizde kendi kendimize mesut yaşasak, etrafımızda fazla görüşüyorlar, âlem söz ediyor diye ortalığı altüst edecekler bulunmasa… Mesut bir hayat-ı zevciye yaşasak… Her günümüz, her dakikamız sevinçle geçse… Güneşe baksak güneş, kamere baksak kamer, yıldızlara baksak yıldızlar, hülasa deniz, ağaçlar, çiçekler, çimenler, kuşlar, her şey, her şey bizi neşelendirse… Güldürse… Eğlendirse… Ah, o zaman ne vakit ³hulul edecek. O mesut günlere ne zaman kavuşacağız. Mesela seninle odamızda pencerenin önünde otururken ağaçlarda şevk u ⁴şetaretle öten bir bülbülün sesini duysak, sonra sen de ud veya piyanonu çalsan, ben ise mesut ve ⁵pür-sürur senin yanında meftun nazarlarımla sana baksam, sonra iki muhabbetkâr kollarımın arasında seni uzun uzadıya sıksam, okşasam, sevsem… Ooh, ne mesut hayat değil mi sevgilim, değil mi güzel Hasine’m. Düşün, düşün…”