Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi

İbrahim Bayram

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi Sözleri ve Alıntıları

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi sözleri ve alıntılarını, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi kitap alıntılarını, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Mustafa Sabri, “erkeğin eline bakmamak için kadının ilim ve sanat öğrenmesi gerektiği” yönünde fikir beyân edenlere ise şu karşılığı verir: Erkek eve getirdiği nimeti. kadının başına kakmadıktan sonra, kadın bir zillet içerisine düşmez. Dolayısıyla onların bu hayattan mutlaka kurtarılmaları gibi bir ihtiyaç söz konusu değildir. Burada belki de yaptığı hizmetleri erkeğinin başına kakan kadın sayısı daha fazladır. Erkekler bile iş konusunda yeterli imkânlara sahip değilken, bunların arasına bir de kadınları ilave etme gayretleri; ya başka bir art niyet taşımakta ya da bu fikrin erkeğin kadını himayesinden atması gibi kadının zararına olacak bir anlam taşıdığı farkedilmemektedir. Şayet erkeğin çalışmasına bir katkı yapılmak isteniyorsa, kadının yaptıgı ev işlerinin de aileye bir katkı ve yardım olduğu unutulmamalıdır. Diğer taraftan kadın dışarıda çalışmayıp evde çalıştığında, çocuğun bakımı, ev işleri vb. işler için hizmetçi tutulmamasının eve ekonomik bir katkı sağladığı göz ardı edilmemelidir. Mustafa Sabri’ye göre, oluşturulan hava içerisinde “ev geçindirme” hevesine düşen kadınların ve bu konuda onlardan daha istekli tavır sergileyen erkeklerin peşinde koştukları “kadın hürriyeti”; kadının, şefkat ve gözyaşı dökmekten aile oluşturmaya, evi tanzim etmekten evlât yetiştirmeye kadar sahip olduğu tabiî kabiliyet ve özel meziyetlerinin kendinden uzaklaşması, onun erkeğin meşakkatli hayatına girmesi, tek başına yaşamını idâme ettirebilmesi, bekâr kalmak veya tek eşe bağlanmak istemeyen erkek gibi bir hayata sahip olması, yani kısaca kadının erkekleşmesi anlamına gelir.213
Mustafa Sabri’ye göre her hâdiseyi mekanik hareketle açıklamak isteyen Maddiyyün, âlemin, ilmi ve iradesiyle fâil olan bir ilahtan müstağni olduğunu iddia etmektedir. Onlar, âlemi bir irâde ve meşîet olmaksızın mekanik şekilde hareket eden şuursuz ve irâdesiz bir makine gibi tasavvur etmektedirler. Alemin hareketini bir iradeye bağlayacak olsalar söz konusu irâde, irâdesi olmayan madde hâricindeki bir varlıktan gelecektir. Bu durumda da âlem onu yönlendiren irâde sahian isteğine göre değişebileceği için, onlar bütün bunları görmezden gelmekte ve âlemi kendisini yönlendirecek bir müessirden uzak tutmaya çalışmaktadır. Halbuki en Önemli özelliği “atâlet” olan maddenin, kendiliğinden hareket etme imkânı yoktur. Onların, hareketi “irâdesiz” şeklinde yaftalayarak işin içinden çıkmaları zordur. Akıl, hareketin herhangi bir muharrik olmadan gerçekleşebileceğine inanmaz. Öte yandan onların muharriksiz hareket olan mekanik hareketi, insan irâdesiyle oluşmuş bir ürün olan makineye benzetmeleri ise oldukça tuhaf kaçmaktadır.75 Her ne kadar mekanik hareket bir muharrik ve bu muharrikin fiilî bir irâdesi olmaksızın kendi kendine gerçekleşirse de bu tür hareket, öncelikle o makineyi yapanın sonra da onu idare edenin irâdesine bağımlıdır. Bu mânada onun bir mebdei ve kaynağı vardır. Alemin de bir mebdei ve menşei olduğu halde maddiyyün mensupları, bu âlemin bir muharriki olmadığını savunurlar. Onlar da aslında âlemin kendi kendine oluşamayacağını ve kendi hareketiyle başlayamayacağını bilirler. Onların âlemin hareketini insan ürünü olan makinenin hareketine benzetmeleri acziyetlerini göstermektedir.
Reklam
Mustafa Sabri, Allah’a ve peygamberine karşı beslenmesi gereken duygulara da temas eder. Dinde Allah’ı ve peygamberi sevmek önemli olsa da, O'ndan korkup Resülü’nden hayâ etmek de önemsiz değildir. Sevmeyi korkmanın zıddı olarak düşünüp sadece sevgi hissini ön plana çıkarmak yanlıştır. Yalnız sevgi aşılayıp korku hissi vermeyen bir ulühiyet, ya tehdidini yerine getirme kudretine sahip olamayan bir hükümet gibi eksik kudretle ya da çocuğunu sadece şımartan ebeveyn gibi hikmetsizlik ve ciddiyetsizlilde ma'lüldür. Allah’tan korkmak, -hâşâ-bir zâlimden korkmak gibi değildir. Bunu saygı ve hürmet gibi duygularla yorumlamak mümkündür. Bu korkuyu aşağı bir seviye gibi gösterip onu küçük görmek ve değersiz addetmek doğru değildir.139 Kur’ân’da Allah Teâlâ’nın insanı en çok teşvik ettiği şeylerden biri de takvâ, yani Allah korkusudur. Yine Kur’ân’a göre kulların en değerlisi, takvâ sâhibi olan insandır. Mustafa Sabri burada iman ile Allah korkusu arasında bağlantı kurarken Zemahşerî’nin Ibn Abbâs’a nisbet ederek söylediği “iman ürkme, çekinmedir” ifadesini bu bağlantının bir kanıtı olarak kullanır.140
Mustafa Sabri’ye göre Darwincilerin, insana mevcud maymunlardan daha fazla benzeyen bir varlığa dair kanıt aramaları, maymundan insana bir aracı (ara form) bulma ihtiyacı hissedip başka türlü iki tür arasında bir geçişe hükmetmemeleri anlaşılır bir şey değildir. Zira şekli benzerlik dışında bir şey aramadıktan sonra, insanla o ara form arasındaki
Fıkhın din olmadığı şeklindeki iddiaya ise şu cevabı vermek mümkündür: Müctehid imamların bazen ittifâkına bazen de ihtilâfına konu olan fıkhî meselelerde ortaya konulan görüşler, çoğunlukla şer'î naslara dayanmaktadır. Bu anlamda bu naslardan elde edilen veya o naslarm sarâhaten ifade ettiği anlam üzerine bina edilen fıkhın, dinden başka bir şeymiş gibi kabul edilmesi mümkün değildir. Müctehid imamların büyük gayretlerle tedvin ettikleri fıkhın önünde ezildiğini, onların karşısında kendisini din âlimi olarak görmekten utandığını söyleyen Mustafa Sabri, bu hayâsının, kendisini, günümüzdeki bazı zevâtın söyledikleri gibi “onlar da adam biz de adamız” şeklinde bir söz söylemekten alıkoyduğunu dile getirir. Ictihâd rütbesine hâiz olma imkânı olmadığı için, halkın bir mezhebi taklid etmesinin caiz olduğu hususunda bir ihtilâf yoktur. Eğer zamanının ulemâsından biri olarak kabul ediliyorsa, bilinmelidir ki kendisi de halk gibi dört mezhepten birini taklid etmek durumundadır.216Tevazusunu bu şekilde ortaya koyan Mustafa Sabri, daha çok kelâmî konularda fikir yürütmüşse de, onu kimi fıkhî konularda sunduğu yaklaşımlar nedeniyle “büyük bir hukukçu” olarak görenler de vardır.217
Mustafa Sabri’ye göre, Hz. Muhammed’in dahiliğini ön plana çıkaranlar, Kur’ân’ı tek mücize olarak kabul ettiklerine göre, onlar en büyük ve en değerli mücize olan Kur’ân’ın, onun deha sahibi oluşunun değil, nübüvvetinin bir mücizesi olduğunu unutmamaları gerekir. Nübüvvet de tıpkı mücize gibi yeni ilmî anlayışa muhalif bir hâdisedir. Aslında mücizeleri inkar edenler, nübüvveti de inkar etmiş (gibi) olmaktadırlar.22 Bu şekildeki bir yaklaşımla mücize gibi gaybiyyât kapsamında olan hâdiseleri inkar edenler, âyet ve hadisleri oyuncak etmişler, kurucularından daha fazla yeni ilmî anlayışa iman etmişlerdir.23
Reklam
Mustafa Sabri’nin kanaatine göre, Hz. Muhammed’in dehasına vurgu yapanlar, onun bu yönünü kendisinin ihraz ettiği nübüvvet makamına bir ilavede bulunmak için değil, en fazla onunla yakın ilişki içerisinde olması gereken mücizeden kendisini tecrid etmek için yapmaktadırlar. Onlar, risâlet boyutunu ihmal edip daha çok onun dehasını Ön plana
Mustafa Sabri’ye göre Ehl-i Sünnet, İslâmî inançları kalben tasdik edip dil ile onayladıktan sonra işlenilen büyük günahların kişiyi imandan çıkarmayacağını savunmuş; Mu'tezile ve Hâriciyye ise bu konuda farklı bir düşünce geliştirmişlerdir. Reformist düşünceye sahip kimi yazarlar da, amelî eksikliklerin imana zarar vermemesini eleştirmek ve -kendilerince-amelin derecesini yükseltmek için inancı aşağı seviyeye çekmeye çalışmışlardır. Bu düşüncenin temelinde, ibadeti bir tarafa atıp, bütün iyilik ve faziletleri içinde toplayan ahlâkî bir yapı oluşturma gayretleri bulunmaktadır. Ancak bu yaklaşım, dine sadece dünyevî açıdan inanmak gibi yanlış bir anlayışı beraberinde getirecektir. Bu düşüncede ahlâk ve oradan hareketle dünyevî gelişme esas alınmakta ve âdeta “dinin aslı yoktur, fakat ahlâkî müeyyide sağlayabilmek ve onun kuvvetinden faydalanabilmek için aslı varmış gibi davranmak gerekir” tarzında bir anlayış geliştirilmektedir.526 Mustafa Sabri’nin kanaatine göre, bu anlayışı benimseyen kişilerin görüşlerinden, “amelsiz iman bir işe yaramaz, kelâmcılar bu düşünceyi yeterince göz önünde bulundurmadıkları için İslâm’ı âdeta farazî bir şeriat derekesine düşürmüşlerdir” şeklinde bir yorum çıkarmak mümkündür. Bu fikirler, insan hissini okşar gibi gözükse de, ilmî bir temele dayanmamaktadır. İslâm’da ilk vazife onun ahkâmını kabul etmek ve onu hak ve hakikat olarak tanımaktır. Amel de çok önemli olmakla birlikte, bu esasa nispetle ikinci konumda kalır. Ancak, onun önemi her zaman için bâkidir. Ameller Ehl-i Sünnet inancında hem dünyevî hem de uhrevî olarak sahip oldukları önemi korurlar.
Mustafa Sabri’ye göre türler arasında gerçekleşen evrimin, ne başlangıç ne de sonraki aşamada Allah’ın irâdesine ihtiyaç duyma. dan tabiî bir yolla gerçekleştiğini savunanlar oldugu gibi, Darwin'in Allah’ın varlığını nefyetmediği görüşünden hareketle, evrimin Allah’ın irâdesine bağlı olarak gelişebilecegini savunanlar da bulunmaktadır. Darwin’in görüşü hangisi olursa olsun onun savunduğu evrim teorisi, deneye dayalı ilmî bir görüş olamaz. O sadece bir faraziye ve tahminden ibarettir. Yerin altindan çıkarılan ve iki nev‘ arasında ara tür olduğu iddia edilen şey, onların birbirinden çoğaldığının aynî (tecrübeye dayalı) ispatı olamayacağı gibi, bu ara tür, söz konusu çoğalmanın (evrimin) bir aracı olarak da kabul edilemez. Zira aracı olduğu iddia edilen bu ara formla o iki şeyin ayrı türler olarak yaratılmış olması da mümkündür. Türlerin birbirinden doğması hissî ve aynî olarak müşâhede edilebilecek bir şey değildir. Iki benzer şey arasında bir yakınlık (bağlantı) olduğunu ortaya koyan ne kadar aracı form (ara halka) olursa olsun, benzerlikten hareketle bu tecrübe, mahsüs olan (varlığı müşâhedeyle ortaya konulan) bir şeyin mahsüs olmayan (gerçekte ne olduğu aynî olarak bilinmeyen) bir şeyden türediğini iddia edemez. Şayet böyle bir şeye girişilirse, aşılmaması gereken tecrübe sınırı aşılıp çiğnenmiş olur.267
Alemdeki her mevcüd, ya bir mücide ihtiyaç duymadan kendiliğinden veya onun bir mücidi o mücidinin de başka bir mücidi şeklindeki bir teselsül üzerinden var olacak; ya da kendisi bir mücide ihtiyaç duymayan bir mücid tarafından var edilecektir. Bir mücide ihtiyaç duymayan şey, vâcibü’l-vücüd olmalı ve yokluğu kabul etmemelidir. Halbuki madde ve süretten oluşmuş tüm cüzleriyle birlikte âlemin yokluğunu kabul etmeye mâni bir durum olmadığı için âlem, vâcibü’l-vücüd olamaz. Böyle olmadığı halde onun varlığını kendiliğinden var olmasına bağlamak, tenâkuz içeren “tercih bilâ müreccih” durumuna sebep olur. Bu yüzden de birinci seçenek bâtıldır. Ikinci ihtimal ise mantıken bâtıl olan teselsülü gerektireceğinden o da doğru olamaz. Dolayısıyla geçerli sebep olarak geriye sadece üçüncü şık kalır. Buna göre âlem varlığını, vücüdu zorunlu olan bir varlığa bağlı olarak kazanmıştır.42 Mustafa Sabri, âlemin varlık kazanması yönünde bir tercihte bulunan varlığın (müreccihin) var olmak için başka bir mevcüdun varlığına ihtiyaç duymaması gerektiğini belirtmektedir. Zira bir muhtacın başka bir muhtaca dayanması akla ve mantığa aykırıdır. Bu en yüce mevcüd olan varlık, bir müreccihten müstağnîdir. Akıl, gözle görülmese de O’nun varlığına hükmetmek mecburiyetindedir. Hatta akıl buna, mahsüsât alanına giren şeylerden bile daha kuvvetli şekilde hükmeder. Zira onlar da varlıklarını, O’na borçludur. Mümkünün varlıktan yokluğa, yokluktan varlığa geçişi hiçbir aklî muhallik oluşturmazken, Vâcibu’l-vücüd varlık olmaksızın mevcüd âlemin varlık alanına çıkması bir tenâkuz doğurur.43
38 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.