Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi

İbrahim Bayram

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi Sözleri ve Alıntıları

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi sözleri ve alıntılarını, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi kitap alıntılarını, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Allah’ın tecrübeyle ispat edilememesini, O’nun varlığının bir eksikligi olarak sunmak ve buradan hareketle de O’nun ilmî yolla ispat olunamayacağının iddia etmek doğru değildir. Öncelikle ilimdeki tek ispat yolu tecrübe değildir. Allah’ın kendisiyle ispat edildiği akıl, diğer ispat yolu olan his ve tecrübeden çok daha kuvvetlidir. Öyle ki, tecrübe de akıl sayesinde bir değer ifade eder.6 Büyük ihtimalle Batılı ilâhiyatçıları, “Allah’ın varlığının ilmî bir mesele olmadığı” şeklindeki yanlış düşünceye iten şey, onların Allah’ın zâtını ve şahsını görmede tecrübeden yararlanamıyor olmalarıdır. Ama bilinmelidir ki onlar bunu gerçekleştirseler de, gereken sonuç yine almamayacaktır. Zira onların aradığı varlık, Vâcibü’l-vücüd olamaz. Kaldı ki Allah’ı inkar edenlerle O’nun varlığına inanan ilâhiyatçılar arasındaki mesele, Allah’ın zâtını tayin değil, O’nun varlığı meselesidir. Aslında tecrübe de her ne kadar teleskop veya mikroskopla Allah’ın varlığını tesbit etmese de, O’nun varlığından haber vermekte ve en güzel şekilde bu varlığın ispatını yapmaktadır. Eğer bu âletlerle aranamadığı için O, tecrübe dışı addediliyorsa, yanlışlık meselenin tayin biçiminde aranmalıdır. Böyle bir yaklaşım, Allah’ın mekânını gökyüzünde arayan Firavun’un yaklaşımıdır.
Hadisin sıhhatini tesbit için Kur’ân’a arzını, ona zıt ise sahih kabul edilmemesini savunanlar hataya düşmektedirler. Bu arz düşüncesi, genel geçer bir ölçü olamaz. Zira Kur’ân’a muhalif ancak sübütu katî olan bir hadis, Kur’ân’ın ilgili âyetinden sonra vârid olup Kur’ân’ı neshedebilir. Bu nesh, hem kavli hem de fiilî olarak gerçekleşebilir. Islâm tarihinde zina etmiş olan muhsan bir erkek veya kadına uygulanan recm cezası, Hz. Peygamber’in meşhür fiilî sünnetiyle sabit olmuş ve onun bu uygulaması, “Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun”206 âyetini neshetmiştir. Dolayısıyla hadisin Kur’ân ile ittifak halinde olmaması; hem nesh hem de arada var olduğu düşünülen ihtilâfın bir zandan öteye gitmeme ihtimaline binâen, hadisin sıhhatini doğrudan ortadan kaldırmaz.207 Öte yandan Sünnet’in Kur’ân’a muhalefetiyle, Kur’ân’da o konu hakkında bir şey geçmemesi, birbirinden iyi ayırt edilmelidir. Birincisinde ihtilafın varlığı, bir ölçüye kadar doğru olup kısmen sıkıntı doğurabilirse de, ikincisi hiçbir şekilde hadisin sıhhatine gölge düşüremez. Zâten hadisin sıhhati, onun Kur'ân’da geçmesine bağlanacak olursa hadis kitaplarının Kur’ân’dakini tekrardan başka bir işlevi olmaması gerekir ki, bu anlamsızdır.208
Reklam
Mustafa Sabri, öncelikle dinin kendi içinde taşıdığı itibara atıfta bulunarak onun değerini kendi özünden aldığını ve Allah tarafından indirilmiş olmasının onu üstün kıldığını ifade eder. Ona göre dine, ana gâye değil herhangi bir fazileti elde etmenin aracı, hizmet edilen değil hizmet eden gözüyle bakmak, bizatihi kendisi değer olan dini, kıymetinden düşürmek anlamına gelir.124 Mustafa Sabri’ye göre, dinî gerileyişi dinin kendisine bağlamak çok yanlış bir düşüncedir. Müslümanların dinî hallerinin bazı değişimlere muhtaç olduğu doğrudur. Ancak dinî çöküntüyü, şer'î ahkâmın zamana göre ta'dîl edilmemesine veya dine sokulmuş birtakım hurafelerin peşinden gidilmesine değil, müslümanların dinî vazifelerini yerine getirmelerindeki ihmâl ve sergiledikleri amelî bozukluklar yanında, onların itikâdî anlamda düştükleri za’üyetlere bağlamak daha doğru olur. İslâm’ı asla hurafelerle dolu bir din olarak görmemek gerekir.125
Mustafa Sabri, bilgiyle bağlantılı olarak, idrâkin ne olduğu, bu idrâkin bilginin kaynağı olup olmadığı ve bu bilginin nasıl gerçekleştiği gibi konulara da temas eder. Öncelikle mânevî bir şey olan akıl ve idrâkin farklı bir cins olan maddeyle birleşmesinin söz konusu olamayacağı düşüncesiyle, âlemin, insanın ona dair zihnî süretlerinden ibaret olduğu gibi bir anlayışa kapılmak doğru değildir. Burada şüpheci bir tavır içerisine girilmemelidir. Kâinâtın hâricî varlığına mutlak bir şekilde inanılması gerekir. Insanların gördüğü veya dokunduğu şeylerin varlığı kabul edilmelidir. Ancak görülen ve dokunulan şeylerin eşyanın kendisi değil zihni suretleri olduğu da bilinmelidir. Yani duyular vasıtasıyla gerçekleşen idrak tıpkı duyu vasıtası olmaksızın gerçekleşen idrak gibi bu eşyanın suretine taalluk eder. Zira iki durumda da idrak eden, dış dünyayla bağı olmayan akıldır.19 Kendi özünde kör ve bilinçsiz olan duyu organlarının gördüklerini tefsir etmesini ve idrâke dönüştürmesini sağlayan akıldır.
Mustafa Sabri’ye göre yakîn bildirme hususunda ilim; bedîhî, burhânî ve tecrübî olmak üzere derecelendirilir. Bedihî ve burhânî bilgi kesinlik bildirirken; tecrübî ilim bir kesinlik ortaya koymaz. Bedihî bilgi, insan aklının inkişâfı ile ortaya çıkar, bir istidlale ihtiyaç duymaz ve sayısı çok azdır. Burhânî bilgi, bir tefekküre baglı olarak aklî burhânla ortaya çıkar. Bu bilgiye ulaşma derecesi kişiden kişiye göre artıp çoğalır. Tecrübî bilgi ise, tecrübe sonucu doğan ve şahıslara bağlı olarak niceliği değişebilen bir bilgidir.10 Burhânî bilginin oluşturduğu kesinlik, his ve tecrübenin sağladığı bilginin kesinliğinden daha kuvvetli ve bedîhî bilginin derecesine daha yakındır. Zira burhânî bilgi, tecrübî bilginin hiçbir zaman ulaşamayacağı zarüret derecesine daha yakın bir konumdadır.11 Kesin bilgiye ulaşmak mümkün olduğuna göre bu katîliği reddeden görüşler yanlıştır. Örneğin Friedrich Hegel’in (ö. 1831) felsefesi doğrultusunda, caiz olmayanı caiz kabul etmek, çelişmezlik ilkesini ortadan kaldırmak, muhal ve vâcib kavramını reddederek her şeyin mümkün olduğunu dile getirmek ve ilmin mutlak hakikat peşinde olmayıp iki ihtimalden her birine kanaat getirebileceğini savunmak doğru değildir. Bu düşünce, mutlak hakikate ulaşmanın muhal olduğu ve zâten insanın da buna ihtiyaç duymadığı gibi bir anlamı beraberinde getirir.12
Müslümanların asrîleşmiş neslinde görülen ahlâk zaafını, akla değer verilip kalbin ihmâl edilmesine bağlamak doğru değildir. Bu za’fiyet, âhiret hayatına yeterince itikad edilmemesinden doğmaktadır. Zira bunca kötü amel, ancak, fâsid aklın emrine giren akîdenin bozulmasıyla izah edilebilir. Eğer bu kişiler, akıllarını düzeltmeye önem verirlerse bu, onları doğru akîdeye ulaştıracak,81 o da kişinin ahlâkî yükselişine vesile olacaktır. Nitekim Kur’ân’da Cehennem ehlinin ağzından hikâye edilen, “Onlar ‘bize gelen peygamberlere kulak verseydik yahut akl-ı selimle hareket etseydik şimdi bu azgın ateşte yananlar arasında olmazdık!’ dediler”82 âyeti de akıl-amel irtibatına, aklın kişiye fısk-ı fucürdan uzaklaşmayı emrettiğine ve aklin amelsizlik veya günahla zıt kutuplarda bulunduğuna isaret etmektedir.83
Reklam
Allah’ın varlığını ispat etme konusunda aklın (aklî delilin) çok büyük önemi vardır. Ona göre, “ilim" kelimesi iki mânada kullanılır: 1) Bilgi: Bedâhete, müşâhedeye ya da o şeyin sebebini bilmeye mebni olarak oluşan bilgi anlamında kullanılır. Bu yollar kesin bilgi sağlar. Bedîhî yolla, duyular vasıtasıyla ve aklî delille bilinen ilim buna
Mustafa Sabri’nin düşüncesine göre Descartes’ın her şeyde şüphe duyan bir felsefeye sahip olduğu görüşü doğru olamaz. Onun Allah’a bu denli sağlam bir şekilde inandığını gösteren sözleri ortada iken kendisine böyle bir yakıştırma yapılamaz. O, kuşkucuların kalplerine yerleşmiş şüphe (şek) duvarını yıkmak için meseleye bu yönden yaklaşmıştır. Bu anlamda Descartes’ı Batı’da şüphe direklerini sarsıp yıkan ve şüpheyi felsefeden uzaklaştıran ilk kimse olarak görmek mümkündür. Onun, şüphecilerin kendisinden başka hiçbir şeye inanmadıkları şekke, “şüphe ediyorum, o halde idrâk ediyorum” daha sonra da “şüphe ediyorum, o halde varım” şeklindeki bir ifadeyle karşı koyması önemlidir. O, bu ifadesiyle şekkin de bir idrâk yolu olduğunu göstermiştir. “Mevcüd olmasaydım ne şüphem ne de varlığımın içinde mündemiç olan idrâkim olurdu” anlamını ortaya koyarak Descartes, şek (şüphe) hastalığının karşısına ilim temelini koymuş, hastalık olarak gördüğü şeyin (şek) içinden şifâsını bulup çıkarmış ve insanın idrâkinden hareketle ilk yakîn olarak kendi varlığını ispat etmiştir. Onun, “düşünüyorum o halde varım” sözü apaçık bir hakikattir. Descartes, birilerinin zannettiği gibi her şeyden şüphe duyan değil, aksine şüpheden dahi gerçek (hakikat) çıkaran bir kişidir.322
Mustafa Sabri’ye göre Batılı psikoloji bilginleri, insanla hayvan arasında derece değil, mâhiyet ve tabiat farkı olduğuna yönelik açıklamalar yapmaktadırlar. Hayvan ile insan arasında böylesine keskin bir fark varken, üstelik Kur’ân da bu farkı ortaya koymuşken, bu farkı kaldırma yönündeki teşebbüslere bazı Islâm âlimlerinin onay vermesi doğru bir
Mustafa Sabri’ye göre Allah’ın künhüne vâkıf olunamayacağı hususunda tabiatçılarla müminler arasında aslında (nefy açısından) bir ittifak vardır. Müminlerin, görünenlerin ötesindeki meçhul hakikat olarak varlığım ortaya koydukları Allah ise tecrübî ilimce de tasdik edilmek zorundadlr. Çünkü âlem, bu meçhul hakikatin varlığını ortaya koyan
38 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.