Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi

İbrahim Bayram

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi Sözleri ve Alıntıları

Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi sözleri ve alıntılarını, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi kitap alıntılarını, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'nin Dini Düşüncesi en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Dinin ahkâmına karşı insanın konumu hakkında ise şu fikirleri ortaya koymak mümkündür: Dinin amellerden çok itikad üzerine tesis edilmesinden hareketle, dinin insan ile Allah arasındaki vicdânî bir kanaat olduğu ve dinin insanın flillerine karışmadığı şeklinde bir anlayış geliştirmek dogru degildir. Din, insanların hem nazari hem amelî tüm durumlarını kontrol altına alır."137
. İnsanlara kesin bir rehber olabilmesi için dinin, değişmez bir hakikat olması gerekir. İnsanlar yeni bir din oluşturarak dini kendilerine değil, kendilerini dine tâbi kılmalıdırlar.127 Sürekli yenilenmeye ve düzeltilmeye muhtaç olan din; ihtiyaç duyuldukça değiştirileceğinden, Allah tarafından gönderilmiş olma özelliğini yitirir.123 Din denilen şey sabittir, insanlar tarafından değiştirildikten sonra o artık din değil dinsizlik olur.129
Reklam
Mustafa Sabri, “Darwin nazariyesi Kur’ân’a aykıri değildir" şeklinde dile getirilen iddiaları Mevkıfu’l-beşer tahte sultâni’l-kader adlı eserinde değerlendirmiştir. Ona göre iddia sahibi, Nisâ süresinin başındaki, “Ey insanlar, sizi bir tek candan yaratan Rabbinizden korkunuz” (en-Nisâ 4/1) âyetindeki“tek can" ifadesinden, Hz. Adem’in
Islâm dini ve Islâm ulemâsı, ilâh akidesinde en güzel, en sahîh ve itiraza en dayanıklı yolu seçmiştir. Zira onlar. Allah’ın zâtını sınırlama yoluna gitmeden O’nu sadece tek bir ferde hasredip digerlerine uymayacak küllî bir mefhümla tanıyıp tanıtmışlar, bunu da “Vâcibü'l-vücüd" şeklinde kısaltmışlardır. Zira O'nun vadıgının zorunlu oluşu, vahdâniyeti içine alacak şekilde tüm kemâlâtı bünyesinde taşımaktadır. Bu bakımdan Vâcibü’l vücüd olan Allah ifadesi; hem düzeni gözler önünde olan bu âlemin O’nun varlığına duydugu ihtiyacı belirtmekte, hem de O’nun yeryüzü ve gökyüzündeki her şeyi ilmiyle kuşatan varlık olmasını tazammun etmektedir.”
Insanın ister mahsüsât(gözle görulebilen) ister mâkulâttan(akılla bilenebilen) olsun bildigi şeyleri bilirken bu bilmenin keyfiyetini bilememesinin, onun bilgi edinmesine bir zararı dokunmaz.Allah insanların neyi bilmelerini istediyse onlara, onu öğretmiş, ancak nasıl bildiklerini öğretmemiştir. Bu hususta avâm ile havâs arasında fark yoktur.24 “İdrâkin, bir şeyi nasıl idrâk ettiğini bilmekten aciz olduğu”25 şeklindeki ifade, bu konuda söylenebilecek en güzel ifadedir. Eğer bu acziyet itiraf edilmezse “cehl-i basitten cehl-i mürekkebe” düşüldüğü gibi, bedîhiyyâtın inkarıyla “şüpheci” konumuna da düşülür. Hatta bu meseleyi izah adına iş, mahsüs âlemin idrâkler vasıtasıyla mevcüd olduğunu, idrâk olmasa âlemin de mevcüd olmayacağını söylemeye kadar varır. Sonuç itibariyle idrâk, Allah’ın izin ve irâdesine bağlı olarak gerçekleşmekte ve bu esnada ne zihin dışarıya çıkmakta ne de hâricî eşya zihne girmektedir.
Mustafa Sabri'ye göre örtünme, insanın tabiatında bulunan kıskançlık duygusu ile uyum ve tabiat ile tezat halindeyken; açıklık ise kıskançlık ile tezât, tabiat ile uyum içerisindedir. Kıskançlık ruhtan; ihtilât (serbestlik) ise bedenî hazdan güç alır. Ilki kişiyi örtünmeye, diğeri ise açılmaya teşvik eder. Bu iki güç birbiriyle sürekli savaş halindedir. Batı, ikinci gücü alıp birincisini feda etmiştir. Kıskançlığı 0 derecede feda etmiştir ki, artık bu duyguyu âdeta bir eksiklik ve ayıp olarak görmeye başlamıştır. Halbuki insan tabiatı, kıskançlığı doğuştan gelen bir fazilet duygusu olarak görür.144 Batı, elde edeceği maddî zevkler karşılığında insanın kalbine ve rühuna zarar veren bu mânevî yıkıma katlanmayı kabul etmiştir. Bu yolla Batı, kendi görüşü doğmltusunda işin müsbet yanım menfî tarafına tercih etmiştir. İslâm ise nefsin hazzı yönünden fedakârlık ederek, izzet-i nefse yönelmiş ve ona büyük önem vermiştir. Islâm, şehvânî arzulara verilecek fazla degerle karşı tarafın iffetine az veya çok halel geleceği endişesiyle iki cinsin arasına set koymuş, başkasının hak ve hürriyetine tecavüz ihtimali bulunan yerde, insanın nefsî hürriyetine bir sınır çizmiştir.145
Reklam
Ona göre ilim-akıl ikilisi, Allah’ın insana verdiği en büyük nimet, hayır ve saadet kaynağı olup, akıl; şerrin en güçlü engelleyicisi ve insanın en önemli rehberi, ilim ise en kazançlı sermayedir.‘ Akıl ve ilim kadar insanın elini güçlendiren başka bir şey yoktur, bir mal veya silah insanın şerrine de vesile olabilirken ilim ve akıl böyle bir risk taşımaz. Akıllı bir kişinin elindeki mal veya silah hayra götürüp şerden alıkoyar. Bu anlamda akıl diğer güçleri kullanmada da en önemli kılavuz olmaktadır.78
Allah’ın tecrübeyle sabit olma imkânı olursa O, Vâcibü’l-Vücüd ve yokluğu muhal bir varlık olamaz, aksine böyle bir durumda O, varlığı zaruri olmayan sıradan bir varlık olur, “Allah” olamaz.18 Allah’ın varlığının tecrübeyle ispat edilememesi, O’nun mevcüd olmamasından değil, tecrübenin maddiyât ve tabiat alanında hüküm sürmesinden, O’nun da maddî ve tabiata dahil bir varlık olmamasından kaynaklanır. Vâcibu’l-vücüd bir varlığın mevcudiyetini ispata ehil olmayan tecrübe, sadece basit varlıkların mevcudiyetini ortaya koyabilir. Buna göre tecrübenin eksikliğini, Allah’ın varlığının nefyine veya O’nun varlığından şüphe duyulmasına hüccet olarak göstermek insafla bağdaşmaz.
Idrâki, dimağın bir fiili olarak gören Maddiyyün (Materyalistler) yanılmaktadır. Dimağın daha kendisinin varlığına dair bir şuuru yokken onun müdrik olması mümkün değildir. Zâten müdrik olan insan da ancak araştırma ve öğrenme yoluyla dimağının varlığından haberdardır. Bu anlamda dimağ, idrâkin fâili olamaz.”Dimağ sadece idrâk ve akletme (taakkul) aracıdır. Idrâk etmeyi ve akletmeyi gerçekleştiren ruhtur. İddia edildiği gibi şayet idrâk dimağın eseri ise, ükirler arasında hak-bâtıl tayininin nasıl sağlandığı, Maddiyyün’dan olmayan kişilerin nasıl olup da idrâki dimağın sonucu olarak görmedikleri sorulmalıdır. Bu durumda idrâkin dimağın bir eseri olduğunu savunan Maddiyyun, kendisi gibi düşünmeyen kişilerin dimağlarının kendi dimağları gibi olmadığını ve kendi görüşlerinin diğer görüşlere tercihini gerektirecek bir halin bulunmadığını kabul etmek durumundadır
“Hiçbir bilginin yakîn ifade edemeyeceği” şeklindeki Reybiyyün (Şüpheciler) düşüncesi doğru değildir. Hissî bedâhet yoluyla kâinâtın, aklî burhân yoluyla da Allah’ın varlığı konusunda bir yakîn kesbedilebilmektedir ve buna yönelik bir şüphe ortaya konulması doğru olmaz. Reybiyyün’un görüşlerinin aksine, insan bilgisi, aksine ihtimali ortadan kaldıracak bir yakîn elde edebilir. Insan malümâtının basit önermeleri aşamayacağı, aksi muhtemel olmayacak tarzda zarüret bildiren herhangi bir önermeye ulaşamayacağı şeklinde dile getirilen düşünce kabul edilemez. Bu düşünce, meselâ “küll, cüzden büyüktür” gibi bir önermeye kimsenin ikna olamayacağını söylemekle eşdeğer bir anlam ifade eder.7 Doğrusu şudur: Matematik ve geometri ilimlerinde olduğu üzere, insan bilgisi zaruri önermelere hâkim olur; hiç kimse iki kere ikinin dört ettiğine dair zarüret bildiren bir önermede tereddüde düşmez. Kimse bunun doğruluğunda şüpheye kapılıp bu sonucu tercih edilebilir bir ihtimal olarak değerlendirmez. Zira Allah, bu ve benzeri önermeler yoluyla insanın zihninde bu bilgiyi yaratır. Allah, “fâil-i muhtâr” olduğu için isterse bu bilgiyi zihnimizde yaratmaz; bu durumda ise biz bu önermelerin doğruluğu konusunda şüpheci durumuna düşeriz. Mustafa Sabri’ye göre, zarüriyyât kabilinden olan önermelerle elde edilen bilginin husülü, hem bu bilgiyi hem de insanı yaratan Cenâb-ı Hakk’ın fâil-i muhtâr olması açısından zaruri değildir. Allah dileseydi, insan, zarüriyyât denilen bilgileri bilemez veya zarüriyyâtı bilir ama nazariyyât bilgilerini oluşturamazdı. Bütün bunlar Allah’ın kudretindedir.
Reklam
Mustafa Sabri, Allah’a ve peygamberine karşı beslenmesi gereken duygulara da temas eder. Dinde Allah’ı ve peygamberi sevmek önemli olsa da, O'ndan korkup Resülü’nden hayâ etmek de önemsiz değildir. Sevmeyi korkmanın zıddı olarak düşünüp sadece sevgi hissini ön plana çıkarmak yanlıştır. Yalnız sevgi aşılayıp korku hissi vermeyen bir ulühiyet, ya tehdidini yerine getirme kudretine sahip olamayan bir hükümet gibi eksik kudretle ya da çocuğunu sadece şımartan ebeveyn gibi hikmetsizlik ve ciddiyetsizlilde ma'lüldür. Allah’tan korkmak, -hâşâ-bir zâlimden korkmak gibi değildir. Bunu saygı ve hürmet gibi duygularla yorumlamak mümkündür. Bu korkuyu aşağı bir seviye gibi gösterip onu küçük görmek ve değersiz addetmek doğru değildir.139 Kur’ân’da Allah Teâlâ’nın insanı en çok teşvik ettiği şeylerden biri de takvâ, yani Allah korkusudur. Yine Kur’ân’a göre kulların en değerlisi, takvâ sâhibi olan insandır. Mustafa Sabri burada iman ile Allah korkusu arasında bağlantı kurarken Zemahşerî’nin Ibn Abbâs’a nisbet ederek söylediği “iman ürkme, çekinmedir” ifadesini bu bağlantının bir kanıtı olarak kullanır.140
Mustafa Sabri, “erkeğin eline bakmamak için kadının ilim ve sanat öğrenmesi gerektiği” yönünde fikir beyân edenlere ise şu karşılığı verir: Erkek eve getirdiği nimeti. kadının başına kakmadıktan sonra, kadın bir zillet içerisine düşmez. Dolayısıyla onların bu hayattan mutlaka kurtarılmaları gibi bir ihtiyaç söz konusu değildir. Burada belki de yaptığı hizmetleri erkeğinin başına kakan kadın sayısı daha fazladır. Erkekler bile iş konusunda yeterli imkânlara sahip değilken, bunların arasına bir de kadınları ilave etme gayretleri; ya başka bir art niyet taşımakta ya da bu fikrin erkeğin kadını himayesinden atması gibi kadının zararına olacak bir anlam taşıdığı farkedilmemektedir. Şayet erkeğin çalışmasına bir katkı yapılmak isteniyorsa, kadının yaptıgı ev işlerinin de aileye bir katkı ve yardım olduğu unutulmamalıdır. Diğer taraftan kadın dışarıda çalışmayıp evde çalıştığında, çocuğun bakımı, ev işleri vb. işler için hizmetçi tutulmamasının eve ekonomik bir katkı sağladığı göz ardı edilmemelidir. Mustafa Sabri’ye göre, oluşturulan hava içerisinde “ev geçindirme” hevesine düşen kadınların ve bu konuda onlardan daha istekli tavır sergileyen erkeklerin peşinde koştukları “kadın hürriyeti”; kadının, şefkat ve gözyaşı dökmekten aile oluşturmaya, evi tanzim etmekten evlât yetiştirmeye kadar sahip olduğu tabiî kabiliyet ve özel meziyetlerinin kendinden uzaklaşması, onun erkeğin meşakkatli hayatına girmesi, tek başına yaşamını idâme ettirebilmesi, bekâr kalmak veya tek eşe bağlanmak istemeyen erkek gibi bir hayata sahip olması, yani kısaca kadının erkekleşmesi anlamına gelir.213
Mustafa Sabri’ye göre, Hz. Muhammed’in dahiliğini ön plana çıkaranlar, Kur’ân’ı tek mücize olarak kabul ettiklerine göre, onlar en büyük ve en değerli mücize olan Kur’ân’ın, onun deha sahibi oluşunun değil, nübüvvetinin bir mücizesi olduğunu unutmamaları gerekir. Nübüvvet de tıpkı mücize gibi yeni ilmî anlayışa muhalif bir hâdisedir. Aslında mücizeleri inkar edenler, nübüvveti de inkar etmiş (gibi) olmaktadırlar.22 Bu şekildeki bir yaklaşımla mücize gibi gaybiyyât kapsamında olan hâdiseleri inkar edenler, âyet ve hadisleri oyuncak etmişler, kurucularından daha fazla yeni ilmî anlayışa iman etmişlerdir.23
Mustafa Sabri’ye göre Darwincilerin, insana mevcud maymunlardan daha fazla benzeyen bir varlığa dair kanıt aramaları, maymundan insana bir aracı (ara form) bulma ihtiyacı hissedip başka türlü iki tür arasında bir geçişe hükmetmemeleri anlaşılır bir şey değildir. Zira şekli benzerlik dışında bir şey aramadıktan sonra, insanla o ara form arasındaki
Mustafa Sabri’ye göre her hâdiseyi mekanik hareketle açıklamak isteyen Maddiyyün, âlemin, ilmi ve iradesiyle fâil olan bir ilahtan müstağni olduğunu iddia etmektedir. Onlar, âlemi bir irâde ve meşîet olmaksızın mekanik şekilde hareket eden şuursuz ve irâdesiz bir makine gibi tasavvur etmektedirler. Alemin hareketini bir iradeye bağlayacak olsalar söz konusu irâde, irâdesi olmayan madde hâricindeki bir varlıktan gelecektir. Bu durumda da âlem onu yönlendiren irâde sahian isteğine göre değişebileceği için, onlar bütün bunları görmezden gelmekte ve âlemi kendisini yönlendirecek bir müessirden uzak tutmaya çalışmaktadır. Halbuki en Önemli özelliği “atâlet” olan maddenin, kendiliğinden hareket etme imkânı yoktur. Onların, hareketi “irâdesiz” şeklinde yaftalayarak işin içinden çıkmaları zordur. Akıl, hareketin herhangi bir muharrik olmadan gerçekleşebileceğine inanmaz. Öte yandan onların muharriksiz hareket olan mekanik hareketi, insan irâdesiyle oluşmuş bir ürün olan makineye benzetmeleri ise oldukça tuhaf kaçmaktadır.75 Her ne kadar mekanik hareket bir muharrik ve bu muharrikin fiilî bir irâdesi olmaksızın kendi kendine gerçekleşirse de bu tür hareket, öncelikle o makineyi yapanın sonra da onu idare edenin irâdesine bağımlıdır. Bu mânada onun bir mebdei ve kaynağı vardır. Alemin de bir mebdei ve menşei olduğu halde maddiyyün mensupları, bu âlemin bir muharriki olmadığını savunurlar. Onlar da aslında âlemin kendi kendine oluşamayacağını ve kendi hareketiyle başlayamayacağını bilirler. Onların âlemin hareketini insan ürünü olan makinenin hareketine benzetmeleri acziyetlerini göstermektedir.
38 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.