Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Sorumluluk ve Yargı

Hannah Arendt

Sorumluluk ve Yargı Gönderileri

Sorumluluk ve Yargı kitaplarını, Sorumluluk ve Yargı sözleri ve alıntılarını, Sorumluluk ve Yargı yazarlarını, Sorumluluk ve Yargı yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
. Yapılan kötülüklerin en büyüğü kişi olmayı reddeden insanın yaptığı kötülüktür. . . .
Yirminci yüzyıl gerçekten dışlanmış insanlardan, uluslararası tanınırlığı olan hiçbir topluluğa ait olmayan mülteciler ve vatansızlardan yeni bir insan kategorisi yaratmıştır, ki bu insanların politik olarak herhangi bir şeyden sorumlu tutulamayacakları açıktır. Grup ve birey olarak sahip oldukları karakterden bağımsız olarak, politik açıdan mutlak surette masum olanlardır onlar; ayrıca görünen o ki, onları bütün bir insan türünün dışında bir konuma mahkum eden tam da bu mutlak masumiyettir. Kolektif, yani dolaylı suçluluk diye bir şey olsaydı eğer, kolektif masumiyet, dolaylı masumiyet vakasından da söz etmek gerekirdi. Aslına bakılırsa, sorumluluktan tümüyle muaf olanlar yalnız bu insanlardır. Sorumluluğu, özellikle de kolektif sorumluluğu genellikle bir yük ve hatta bir tür ceza olarak hayal etmemize rağmen, kolektif sorumsuzluk hali için ödenen bedel de çok daha büyüktür.
Reklam
Romalılar bir insanın iyi biri olup olmadığını değil, onun davranışının yaşadığı dünya için iyi olup olmadığını sorun edinmişlerdir. İlgi odağı kişilik değil dünyadır.
başkalarıyla birlikte yaşamanın ön koşulu Kendimle birlikte yaşamam ve bu birliktelik diğer birlikteliklerin hepsinden önde gelir
Başka biri acı çektiğinde hissettiğimiz duyguyu şefkat olarak adlandırırız; bu his, acı çekenin ben değil başkası olduğunun farkında olduğum sürece sahicidir. Ama sanırım doğrudur, bu tür duygular için "zorunlu koşul dayanışmadır"; bu da demektir ki bizim kolektif suç hislerimiz söz konusu olduğunda, "hepimiz suçluyuz" nidası aslında suç işleyenlerle dayanışmanın beyan edilmesidir.
Doğru ve yanlışla ilgili kararlarımızın bize eşlik edeceklerle ilgili seçimimize, yaşamımızı kimlerle birlikte geçirmeyi,istediğimizle ilgili tercihimize bağlı olacağını göstermeye çalıştım. Ve bu seçimi örneklerle düşünerek, ölü yada diri kişileri, gerçek ya da kurgu karakterleri, geçmiş ve şimdiki olayları örnek alarak yapabiliriz. Birisinin çıkıp da bize Mavi Sakal'la beraber olmayı tercih ettiğini ve kendisine onu örnek aldığını söylemesi gibi pek muhtemel olmayan bir durumda, o kişinin bir daha yakınımızdan bile geçmemesi için her türlü tedbiri almaktan başka çare yoktur. Fakat korkarım ki beraberin de kim olursa olsun gocunmayacağını, herkesin ona arkadaşlık etmeye uygun olduğunu söyleyen birisiyle karşılaşmamız çok daha muhtemeldir. Hem ahlaki hem de politik olarak konuşulursa, ne kadar sık karşılaşılırsa karşılaşılsın, bu kayıtsızlık aslında en büyük tehlikedir. Bununla bağlantılı ve neredeyse aynı ölçüde tehlikeli ve son derece yaygın bir başka modern fenomen de, yargılamayı tümüyle reddetmektir Gerçek skandala, gerçek ayak bağları, kişinin kendi örneklerini ve ona eşlik edecekleri seçme isteğinden ve yeteneğinden mahrum olmasından, kendi yargısı aracılığıyla başkalarıyla ilişki kurma isteğini ya da yeteneğini gösterememesinden doğar. Skandala, insani saiklerden ve insanca anlaşılamayan saiklerden ileri gelir, dolayısıyla da hiçbir insani güç tarafından ortadan kaldırılamaz. Dehşetle beraber, kötülüğün sıradanlığı da işte orada yatar.
Reklam
"Kendime aykırı olmaktansa, tüm dünyaya aykırı olmam daha iyidir."
"Asla hiçbir şey yapmadığımda olduğum kadar aktif olmadım, yalnızlığı en az hissettiğim vakitler kendi başıma olduğum vakitlerdir. " Cato
Kendinizle çelişmeniz, düşmanınızla birlikte yaşamaya ve onunla her gün temas halinde olmaya mecbur kalmanıza benzer. Hiç kimse böyle bir şey istemez. Haksızlık yaparsanız haksızlık yapanla beraber yaşarsınız ve haksızlığa uğramaktansa kendi çıkarları için haksızlık yapmayı tercih edebilecek çok sayıda insan olmasına rağmen bir hırsızla, bir katille ya da bir yalancıyla beraber yaşamak isteyebilecek bir tek kişi bile yoktur. Cinayet işleyerek ve düzenbazlık yaparak iktidara gelen tirani öven insanların unuttuğu şey işte budur.
Ben, bir olmama rağmen sadece bir değilimdir, bir kendiliğim vardır ve bu kendilikle kendi kendili ğim olarak ilişki kurarım. Bu kendilik asla bir yanılsama değildir; benimle konuşarak kendini işitilebilir kılar kendimin farkında olmakla kalmam kendimle konuşurum da ve işte bu anlamda, bir olsam bile, bir-içinde-iki'yimdir ve kendimle uyum içinde ya da uyumsuzluk içinde olabilirim. Diğer kişilerle anlaşmazlığa düştüğümde alıp başımı gidebilirim; ama kendimden uzaklaşamam ve bu nedenledir ki diğerlerini dikkate almadan önce kendimle uyumlu olmayı denemem daha iyi olur. Aynı cümle, haksızlığa uğramanın haksızlık yapmaktan ne sebeple daha iyi olduğunu da açıklar: Eğer haksızlık yaparsam, haksızlık yapanla dayanılır olmayan bir yakınlık içinde, beraber yaşamaya mahkûm olurum; ondan asla kurtulamam. Dolayısıyla, Platon'un da eserlerinde zaman zaman değindiği, tanrıların ve insanların gözlerinden gizlenmiş, görünebileceği kimse olmadığı için hiçbir zaman açığa çıkmayan suç gerçekte yoktur. Böyle bir suç olamaz, çünkü düşünürken kendimin ortağı olan ben, eylerken de kendimin tanığı olurum. Faili bilirim ve onunla beraber yaşamaya mahkûmumdur. Fail sessiz değildir.
Reklam
Benim dışımda bir yasa koyucu yoktur, günah ya da cürüm başkasının yasasına itaatsizlik olarak tanımlanamaz artık, bilakis, dünyanın yasa koyucusu olarak bana düşeni yapmayı reddettiğimin göstergeleri olarak tanımlanırlar.
. Özsaygının en açık ve en güzel ifadelerinden biri, Kant'ın Pratik Aklın Eleştirisi adlı eserinde yer alan şu pasajdır: "İki şey var ki, onları derinlemesine düşünmekte ısrarcı ve kararlı olduğumuzda zihni hep yeni ve gittikçe artan bir hayranlık ve huşuyla dolduruyorlar: üzerimdeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası." Bu "iki şeyin" aynı mertebede olduğu ve insan zihnini aynı şekilde etkilediği sonucuna varılabilir ama bu doğru değildir. Bilakis, Kant sözlerine şöyle devam eder: "Sanki sayısız dünyanın çokluğunun görünümü hayvansal bir yaratık olarak benim önemimi ortadan kaldırıyor. ... İkincisi ise tam aksine, ahlak yasası, kişiliğim aracılığıyla hayvanlıktan ve hatta duyular dünyasından tamamen bağımsız bir yaşamı açığa çıkardığı için, düşünen bir varlık olarak değerimi sonsuzca yükseltiyor." Dolayısıyla, beni yok olmaktan, evrenin sonsuzluğunda basit bir "nokta" olmaktan kurtaran şey, evrenle boy ölçüşebilen bu "görülmez kendiliktir."
Üçüncü Reich'ta rejimin son döneminde işlenecek suçları tüm kalpleriyle onaylayan insan sayısı çok azdı, am bu suçları işlemeye hazır insan sayısı hayli fazlaydı. Şimdiyse, bu insanların istisnasız her biri, önceden hangi konumda yer almış ya da ne yapmış olursa olsun, bir bahane bulup özel yaşama çekilen insanların kolaycılık ya da sorumsuzluk yaptıklarını iddia ediyor. Kamusal alandan el etek çekenlerin etkin bir muhalefet yürütmek için bu tedbire başvurmuş olabileceklerine ise elbette pek ihtimal verilmiyor; ne de olsa kahramanlık ya da azizlik herkesin harcı değildir. Ama kişisel ya da ahlaki sorumluluğun herkesin harcı olduğu söyleniyor, ayrıca iddia ediliyor ki, koşullar ne olursa olsun ve hangi sonuçları doğurursa doğursun, iş başından ayrılmamak, çok daha “sorumlu❞ bir davranıştır. Kendilerini temize çıkarmaya çalışan bu insanların ahlaki gerekçesinin özünde ehvenişer mantığı yatıyor. Bu mantığa göre, birden fazla kötülükle karşı karşıya kalındığında, bunlardan daha až zararlı olanını seçmek bir mecburiyet, seçim yapmayı reddetmek ise sorumsuzluktur. Bu mantığı ahlaki açıdan yanlış olmakla eleştirenler, genelde politik koşullara yabancı kısır bir ahlakçılığı savunmakla, ellerini kirletmeye yanaşmamakla itham edilirler. Oysa kabul etmek gerekir ki, politik felsefe ya da ahlak felsefesinden ziyade (bu anlamda emsalsiz olmasından ötürü, katı bir ahlakçılıkla sıkça itham edilen Kant hariç), dini düşünce kötünün iyisini seçerek kötülüğe ödün vermeyi kesin surette olumsuzlar.
Elemek gerekir ki, kötünün iyisini seçenler, nihayetinde yine kötülüğü seçmiş olduklarını çok çabuk unuttuklarından, ehvenişer mantığına dayanan bu muhakeme tarzını politik açıdan güçsüz kılarlar. Üstelik Üçüncü Reich döneminde kötülükler öyle korkunç boyutlara ulaşmıştı ki, bunlara "ehvenişer" olarak değinilemeyeceği, böyle bir yaklaşımın akla hayale sığmayacağı açıktı; dolayısıyla, bu savunma biçiminin temelsiz kalacağı öngörülebilirdi. Ama ilginçtir, beklenilen olmadı. Totaliter yönetim teknikleri incelen- diğinde, "ehvenişer" mantığının iktidardaki elit tabakanın dışındaki kişilerin öne sürdüğü basit bir mantıktan ibaret olmadığı, terör ve zulüm makinesine yerleştirilmiş önemli bir aksam olduğu açığa çıkar. Hem hükümet görevlilerini hem de nüfusun genelini koşullandırmak için bilinçli olarak kullanılan bu mantık, insanları kötünün iyisine razı eder ve kötünün kendisini kabullenmelerini sağlar.
Mutlak tahakküm yalnızca politik alana değil yaşamın her alanına nüfuz eder. Totaliter yönetimden farklı olarak totaliter toplum gerçekten yekparedir; bu toplumda kültürel, sanatsal ya da entelektüel tüm gösteriler, tüm organizasyonlar ve sosyal hizmetler, hatta spor ve eğlence etkinlikleri bile "koordine" edilir. Reklam ajanslarından yargı teşkilatına, oyunculuktan spor muhabirliğine, ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarından üniversitelere kadar.....
169 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.