Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Bir Mazlum Padişah

Sultan Abdülaziz

Kadir Mısıroğlu

En Eski Sultan Abdülaziz Sözleri ve Alıntıları

En Eski Sultan Abdülaziz sözleri ve alıntılarını, en eski Sultan Abdülaziz kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Tanzimatla başlayan milli şahsiyet ve mefkureyi imha hareketine dirayetle karşı çıkmış olan ve devrinin ecnebi güdümlü ricali tarafından önce tahtından indirilen ve takriben bir hafta sonra da hailevi (dramatik) bir suretle şehid edilen Sultan Abdülaziz merhum vesilesi ile bozulma ve yıkılışın temel saiklerinin başlangıç safhasını anlatan bir kitap....
Bir mahsun padisah sultan abdulaziz
Damat nuri pasa,nin iddasi vechile emri vermis oldugu noktasi tebeyyun etmemis bulunmasina,yani o,nun "amir-i mücbir"bulundugu sabit olmamasina ragmen o merhametli padisah 2.abdulhamid han hazretleri,sanki boyle hafifletici bir sebeb varmis gibi,sahip oldugu selahiyeti kullanarak idam cezalarini müebbed hapse tahvil etmistir. Bitti şükürler olsun...
Sayfa 440 - Sebil
Reklam
Üstad Necip Fazıl, zikri geçen eserinde aynı sayfasında sultan Abdülaziz Han'ın kendisine fena bir haber getiren paşaları tokatladığını bundan dolayı böyle haberleri kendisine, "bir oturuşta direklerine kadar yağ içinde bütün bir kuzuyu yeyip bitiren Sultan'a..." yemek yerken bildirdiklerini, O'nunsa ellerini yıkayıp kuruladıktan sonra, hırsı geçip kuzulastığını söylemektedir ki, bu da tamamen yalandır.
Sultan Abdülaziz'i tahttan indirenler
Sultan Abdülaziz merhumu hal' eden devlet içâli arasında birinci derecede rol oynayan dört kişidir. Bunlara “Erkân-ı Erbaa” veyahud da “Hal'erkânı” denilmektedir. Bunlar; Hüseyin Avni paşa, Midhat Paşa, Rüşdü Paşa ve Hasan Hayrulâh Efendi'dir. Bunların terceme-i hâlleri evvelce tafsil edilmiş olduğu üzere, burada ayrıca izah edilecek değildir. Ancak karakter ve niyetleri itibariyle onlar hakkında birkaç cümlelik bir izahatla kısa bir hatırlatma yapmakta fayda görmekteyiz. Bunlardan bir numaralı ele başı Hüseyin Avni Paşa'dır. Evvelce kaynaklara istinâden nakledilmiş olduğu Üzere ahlâksız, sarhoş, muhteris, diktatör ruhlu, kindar ve rüşvetçi bir adamdır. Bu işe karışmaktaki gâyesi, sadece ve sadece saray kadınlarına karşı çirkin bir hareketinden dolayı sürgüne gönderilmiş olması sebebiyle Sultan Abdülaziz'e karşı duyduğu kin ve nefret ile ondan intikam almak ve diktatör olmak heveslerinden ibarettir.
Sayfa 327
“ - Biz mağdur ve mazlûm, büyük şahsiyet Sultan Abdülaziz Han hazretlerinin âhının çilesini çekmekteyiz. Henüz Sultan Abdülhamid Han hazretlerinin ahının çilesine sıra gelmemiştir. “ (Seyyid Abdülhakim Arvâsî Hz. )
Şark’ı baştan başa yıllarca dolaştım gezdim; Hem de oldukça gördüm… Kafa gezdirmezdim! Bu Arabmış, bu Acemmiş, bu Tatarmış demedim. Müslüman unsurunun hepsini gördüm kendim. Küçük âdemlerin rûhunu tedkîk ettim. Büyük âdemlerin fikrini ta’mîk ettim. İstedim sonra neden böyle Japonlar yüksek? Nedir esbâb-ı terakkîsi? Yakından görmek. Bu uzun boylu mesaî, bu uzun boylu sefer, Bir kanâat verecekmiş bana dünyâda meğer O kanaat da şudur: “Sırrı-ı terakkinizi siz Başka yerlerde taharriye heveslenmeyiniz / Onu kendinde bulur yükselecek bir millet / Çünkü her noktada taklit ile sökmez hareket / Alınız ilmini Garb’ın alınız sanatını / Veriniz hem de mesainize son süratini / Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız / Çünkü milliyeti yok sanatın ilmin yalnız / İyi hatırda tutun ettiğim ihtarı demin / Bütün edvar-ı terakkiyi yarıp geçmek için / Kendi mahiyet-i ruhiyeniz olsun kılavuz / Çünkü beyhudedir ümmid-i selamet onsuz.”
Reklam
“ En iyi din edyân-ı sâire erbâbına adâlet etmeyi nehyetmeyendir. ” (Sultan Abdülaziz Han)
Bî-huzûrum nâle-i mürg-i dil-i dîvâneden Fark olunmaz cism-i bîmârım bozulmuş lâneden Bunca derd ü mihnete katlandığım âyâ neden Terk-i cân etsem de kurtulsam şu mihnet-hâneden (Divane gönlümün kuş gibi inleyişleri bende huzur bırakmadı/ Hasta düşmüş vücudumun bozulmuş yuvadan farkı yok/ Neden bunca dert ve sıkıntıyla yorgunluğa katlanıyorum/ Ölsem de kurtulsam bu eziyetli dünyadan ) | Sultân Abdülazîz Hân
Zira öteden beri adet olduğu üzere îtîlâ devrinin şereflerini padişahlardan alıp paşalara vermek, çöküş devrinin hezimetlerini ise, padişahlara yüklemek inkılapçı ve Batı taraftarı kalemşörlerce -rejim icabı olan müşterek bir davranıştır.Halbuki doğru olan muzafferiyetlerin de, başarısızlıkların da padişahlar ile birlikte onların etrafındaki ricâl arasında müşterek olduğu hususudur.
Nâ-ehil olur muârız-ı ehil Her Ahmed’e bulunur bir Ebû Cehil (Ehil olmayan insanlar daima kabiliyetli insanlara muhalefet ederler.Zira her Ahmed’e bir Ebu Cehil bulunur.) (Kemalpaşazâde)
Reklam
Abdülaziz Han döneminde Tariki İlmiye büyükleri alay konusu olurdu!!!
(Ahmet Cevdet Paşa Mâruzât (HAZIRLAYAN YUSUF HALAÇOĞLU S. 3-4) isimli eserinde) "... Tarîk-i ilmiyede değerli âdemler parmakla gösterilir oldu. " dedikten sonra bir vak'a zikretmektedir. Fethiye” isimli geminin denize indirilişi esnasında bir kaza sonucu halatların kopmasıyla geminin kendi kendine denize inişini ve bu esnada birkaç kişinin öldüğünü ve bazılarının da yaralandığını anlattıktan sonra: “İstanbul kadısı olan Tekfurdağı (Tekirdağ) müftüsü Zâde Efendi ise buralardan bîhaber olmağla geminin kendiliğinden hareketine bir mânâ veremeyip ve zihninde “Kalyonu melekler indir. miş olmasına” karar verip bunu yanındaki zevâta söyledi. Zürefâdan (zarif kimselerden) biri de: "-Evet, bu kalyonu melekler indirmiş olmak muhtemeldir. Lâkin işin içine şeytan da karışmış olmalı ki, birkaç kişinin helâkine bâdi (sebep) oldu.” dedi. İşte tarik-i ilmiye kibârının (büyüklerinin) ekseri, o zaman böyle gülünç olacak söz söyleyip çok yerlerde dûçâr-ı istihzâ (alay sebebi) olurlardı. Bu cihetle tarîk-i ilmiyenin eski şân u itibarna küllî halel geldi. "
Tarih yazmak da -ilâhî mîzândaki gibi- bir nevî muhakeme icrâsıdır ki, bir vak'ayı veya şahsı değerlendirirken beşerî iradeyi kuşatıp ona yön veren bütün âmillerin hesaba katılması mecbûriyeti vardır. Bu da adalet ve hakkâniyet îcâbıdır. Tarihçi de hâdiselerin neden ve nasıl vukûa geldiklerini araştırırken, bütün imkân ve müessirleri hesaba katmak mecbûriyetindedir. Yoksa ilâhî irâde ve takdir -ki buna umûmî mânâsıyla kader de diyebiliriz- gibi önceden bilinmesi imkânsız bir mîyâri kullanamaz. Zira takdir veya murâd-ı ilâhî, esbab ile setredilmiş bulunduğundan ona, belki ve ancak sebep tahlili ile ulaşılması mümkün olabilir. Lakin tarihin asıl mevzû ve maksadı, murâd-ı ilâhî araştirması olmayıp ancak o zeminde vak’aların zahirî sebep ve neticelerini keşfedip ortaya koymaktır.
İslâmî bir hassasiyet sahibi olmaları gereken müslüman tarihçilerin, müslüman olmayan sair meslektaşlarından farklı olarak, “kul hakkına tecavüz etmek korkusu” ile hareket etmeleri beklenir. Başkaları -hakşinaslik nisbetinde- gerçeklere bağlı kalmak mevkiinde bulunmaktayken, müslüman tarihçiler, buna ilâveten bir de uhrevî mesûliyet duygularıyla beyânda bulunmak mecbûriyetindedirler. Zîrâ İslâm'da kul hakkı, -onun ilâhîafv çerçevesi dışında tutulması yolundaki telâkki ile- fevkalade bir ehemmiyeti hâizdir. Bununsa en dehşetli şekli "gıybet" ve "iftira"dır. Gıybet, bir kimseye gerçek olan bir kötülüğün; iftira ise, gerçek dışı bir kötülüğün isnâdıdır. Bu ikincisi, yani iftira, her hâlükârda büyük günahlardan olmakla beraber onun câiz olabildiği hiçbir istisnâî hâl mevzubahs değildir. Gıybet, yani vâkî olan bir kötülüğün yazılip söylenmesi, muayyen istisnâi hâllerde câizdir. Bunlar, fetva almak için müftüye, dâvâcı olunduğu takdirde kadıya anlatılması vs. gibi istisnâî hâllere münhasırdır. Bu istisnâî hâllerin en ehemmiyetlisi, anlatılan menfî hâlin, kâr ve zararının umûma aid olmasıdır. Bu takdirde yapılan bu iş, bir başka mükellefiyet îcâbidir: Emr-i bil-mâruf nehy-i ani'l-münker!.. Toplulukların önünde giden veya devleti idare eden şahsiyetlerin durumu hiç şüphesiz böyledir. Fakat tarihçi bu husustaki şeri ölçülere hassasiyetle uymalıdır. Zira şer'ân iftiraya uğrayan veya giybeti yapılanın ölü veya diri olması mesûliyet itibariyle hiç fark etmez. Hatta ölülerin hakkı -onlar artık kendilerini müdafaa edemeyecek bir mevkide olduklarından- belki daha da ağırdır.
Lehistan şimdiki Polonya
Osmanlı Devleti, Rusya'nın genişlemesinin önünde bir engel olması ve kendi kuzey hududlarının emniyeti için ayakta tutulmasını zarûrî gördüğü Lehistan’ın “himâyesi'ni an'anevi bir siyâset hâlinde benimsemiştir. Bu siyaset Lehliler tarafından da o derece benimsenmiştir ki, “Türk atları Vistül Nehri'nden su içmedikçe bu ülkenin müstakil olamayacağına” inanılır olmuştur. Gerçekten bu talihsiz ülkenin tarih içinde her müstakil olabildiği zaman, Türk atlarının Vistül Nehri'nden içebildiģi vakte rastlamıştır. Bunun en son misali de Birinci Dünya Harbi'dir. O sırada biz Galiçya Cephesi'ne asker göndermiştik ve Türk süverilerinin atları Vistül'den su içiyorlardı
Magna Carta ilk anayasa yalanı!!!
Büyük Ferman” demek olan Magna Carta, 1215 yılında bir kısım âsî baronun İngiliz Kralı John'dan zorla elde edilmiş hakları ihtiva eden bir tarihî vesikanın adıdır. Tarihte bir çok kereler her despotluğa yeltenen veya buna ihtimali olan İngiliz Kralı'na teyid ve tasdik ettirildiği cihetle demokrasi tarihinde bir ilk kabul edilir. Halbuki ilk anayasa, Hazreti Peygamber tarafından Medine'de tanzim olunmuştur. Hem de o devlette gayr-i müslim olarak yaşayan Yahudiler'in hak ve mükellefiyetlerini belirtmek şartıyle!.. Ancak Batı kültürünü esas alarak milli ve dini tarihimizin vak'alarına alâkasız kalmayı tercih eden yanı münevverlerimiz, bugüne kadar insanlık hak ve mükellefiyetlerini tanzim eden yazılı bir ilk vesika olarak Manga Carta'dan bahsetmişlerdir. Halbuki beşeriyet tarihinde ilk olan Hazret-i Peygamber'in emriyle bu hususta ortaya çıkan metindir. (Tafsilât için bkz: Muhammed Hamidullah-İslâm Anayasa Hukuku, İstanbul, 1995)
82 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.