Bir Mazlum Padişah

Sultan Abdülaziz

Kadir Mısıroğlu

En Eski Sultan Abdülaziz Gönderileri

En Eski Sultan Abdülaziz kitaplarını, en eski Sultan Abdülaziz sözleri ve alıntılarını, en eski Sultan Abdülaziz yazarlarını, en eski Sultan Abdülaziz yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bî-huzûrum nâle-i mürg-i dil-i dîvâneden Fark olunmaz cism-i bîmârım bozulmuş lâneden Bunca derd ü mihnete katlandığım âyâ neden Terk-i cân etsem de kurtulsam şu mihnet-hâneden (Divane gönlümün kuş gibi inleyişleri bende huzur bırakmadı/ Hasta düşmüş vücudumun bozulmuş yuvadan farkı yok/ Neden bunca dert ve sıkıntıyla yorgunluğa katlanıyorum/ Ölsem de kurtulsam bu eziyetli dünyadan ) | Sultân Abdülazîz Hân
Zira öteden beri adet olduğu üzere îtîlâ devrinin şereflerini padişahlardan alıp paşalara vermek, çöküş devrinin hezimetlerini ise, padişahlara yüklemek inkılapçı ve Batı taraftarı kalemşörlerce -rejim icabı olan müşterek bir davranıştır.Halbuki doğru olan muzafferiyetlerin de, başarısızlıkların da padişahlar ile birlikte onların etrafındaki ricâl arasında müşterek olduğu hususudur.
Reklam
Nâ-ehil olur muârız-ı ehil Her Ahmed’e bulunur bir Ebû Cehil (Ehil olmayan insanlar daima kabiliyetli insanlara muhalefet ederler.Zira her Ahmed’e bir Ebu Cehil bulunur.) (Kemalpaşazâde)
Abdülaziz Han döneminde Tariki İlmiye büyükleri alay konusu olurdu!!!
(Ahmet Cevdet Paşa Mâruzât (HAZIRLAYAN YUSUF HALAÇOĞLU S. 3-4) isimli eserinde) "... Tarîk-i ilmiyede değerli âdemler parmakla gösterilir oldu. " dedikten sonra bir vak'a zikretmektedir. Fethiye” isimli geminin denize indirilişi esnasında bir kaza sonucu halatların kopmasıyla geminin kendi kendine denize inişini ve bu esnada birkaç kişinin öldüğünü ve bazılarının da yaralandığını anlattıktan sonra: “İstanbul kadısı olan Tekfurdağı (Tekirdağ) müftüsü Zâde Efendi ise buralardan bîhaber olmağla geminin kendiliğinden hareketine bir mânâ veremeyip ve zihninde “Kalyonu melekler indir. miş olmasına” karar verip bunu yanındaki zevâta söyledi. Zürefâdan (zarif kimselerden) biri de: "-Evet, bu kalyonu melekler indirmiş olmak muhtemeldir. Lâkin işin içine şeytan da karışmış olmalı ki, birkaç kişinin helâkine bâdi (sebep) oldu.” dedi. İşte tarik-i ilmiye kibârının (büyüklerinin) ekseri, o zaman böyle gülünç olacak söz söyleyip çok yerlerde dûçâr-ı istihzâ (alay sebebi) olurlardı. Bu cihetle tarîk-i ilmiyenin eski şân u itibarna küllî halel geldi. "
Tarih yazmak da -ilâhî mîzândaki gibi- bir nevî muhakeme icrâsıdır ki, bir vak'ayı veya şahsı değerlendirirken beşerî iradeyi kuşatıp ona yön veren bütün âmillerin hesaba katılması mecbûriyeti vardır. Bu da adalet ve hakkâniyet îcâbıdır. Tarihçi de hâdiselerin neden ve nasıl vukûa geldiklerini araştırırken, bütün imkân ve müessirleri hesaba katmak mecbûriyetindedir. Yoksa ilâhî irâde ve takdir -ki buna umûmî mânâsıyla kader de diyebiliriz- gibi önceden bilinmesi imkânsız bir mîyâri kullanamaz. Zira takdir veya murâd-ı ilâhî, esbab ile setredilmiş bulunduğundan ona, belki ve ancak sebep tahlili ile ulaşılması mümkün olabilir. Lakin tarihin asıl mevzû ve maksadı, murâd-ı ilâhî araştirması olmayıp ancak o zeminde vak’aların zahirî sebep ve neticelerini keşfedip ortaya koymaktır.
İslâmî bir hassasiyet sahibi olmaları gereken müslüman tarihçilerin, müslüman olmayan sair meslektaşlarından farklı olarak, “kul hakkına tecavüz etmek korkusu” ile hareket etmeleri beklenir. Başkaları -hakşinaslik nisbetinde- gerçeklere bağlı kalmak mevkiinde bulunmaktayken, müslüman tarihçiler, buna ilâveten bir de uhrevî mesûliyet duygularıyla beyânda bulunmak mecbûriyetindedirler. Zîrâ İslâm'da kul hakkı, -onun ilâhîafv çerçevesi dışında tutulması yolundaki telâkki ile- fevkalade bir ehemmiyeti hâizdir. Bununsa en dehşetli şekli "gıybet" ve "iftira"dır. Gıybet, bir kimseye gerçek olan bir kötülüğün; iftira ise, gerçek dışı bir kötülüğün isnâdıdır. Bu ikincisi, yani iftira, her hâlükârda büyük günahlardan olmakla beraber onun câiz olabildiği hiçbir istisnâî hâl mevzubahs değildir. Gıybet, yani vâkî olan bir kötülüğün yazılip söylenmesi, muayyen istisnâi hâllerde câizdir. Bunlar, fetva almak için müftüye, dâvâcı olunduğu takdirde kadıya anlatılması vs. gibi istisnâî hâllere münhasırdır. Bu istisnâî hâllerin en ehemmiyetlisi, anlatılan menfî hâlin, kâr ve zararının umûma aid olmasıdır. Bu takdirde yapılan bu iş, bir başka mükellefiyet îcâbidir: Emr-i bil-mâruf nehy-i ani'l-münker!.. Toplulukların önünde giden veya devleti idare eden şahsiyetlerin durumu hiç şüphesiz böyledir. Fakat tarihçi bu husustaki şeri ölçülere hassasiyetle uymalıdır. Zira şer'ân iftiraya uğrayan veya giybeti yapılanın ölü veya diri olması mesûliyet itibariyle hiç fark etmez. Hatta ölülerin hakkı -onlar artık kendilerini müdafaa edemeyecek bir mevkide olduklarından- belki daha da ağırdır.
Reklam
87 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.