Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Tarihimizdeki Garip Olaylar

Sabri Kaliç

Tarihimizdeki Garip Olaylar Sözleri ve Alıntıları

Tarihimizdeki Garip Olaylar sözleri ve alıntılarını, Tarihimizdeki Garip Olaylar kitap alıntılarını, Tarihimizdeki Garip Olaylar en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
(bugünkü uygulamalarla pek çatışacak bir biçimde) tütünü öven şu beyitler yazılıymış: Kırk senedir ben sigara içeli İyiyi, kötüyü ancak seçeli Her çeşit kağıdı istimal ettim (kullandım) Bafra kağıdında ben karar verdim Her türlü muzır mevaddan âri (Her türlü zararlı cisimden temiz) Pirinçten mamuldür yaprağı zarı Ta sonuna kadar söndürmez nârı (ateşi) Bir cigara yap da görürsün bari Ol sebepten başka kağıt içemem (O neden dolayı başka kağıt içemem) Seferoğlu Bafrası’ndan vazgeçemem
EN TALİHSİZ PADİŞAH 622 yıl hüküm süren Osmanlı İmparatorluğunun 36 padişahından biri olan Sultan V. Murat en kısa süreyle tahtta kalan ve hatta Eyüp Sultan Camii’nde kılıç kuşanma töreni yapılmayan tek padişahtır. Büyük umutlarla tahta çıkarılmış ama üç ay sonra da indirilmiştir.
Reklam
MAĞRUR OLMA PADİŞAHIM! Eski zamanlarda Osmanlı padişahları Cuma namazından döndükleri zaman saray halkı tarafından tiz perdeden söylenen şu sözlerle alkışlanırlardı: “Uğurun hayrola, yaşın uzun ola, yolun açık ola! Saltanatına mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!” Uzun yıllar böyle devam eden bu sözlerin son cümleleri Sultan II. Abdülhamit döneminde “Padişahım, şevketinle, devletinle bin yaşa!” biçiminde değiştirilmişse de Meşrutiyet’in ilanından sonra sözler yine eski haline dönmüştür.
ERKEK VOLEYBOL TAKIMINDAKİ KADIN Suphiye Rıfat Hanım, Fenerbahçe’nin 1927, 28 ve 29 yıllarında yenilmeyen voleybol takımında beş erkek oyuncuyla birlikte yer aldı. Tamamı Yüksek Mühendis Mektebi (bugünkü Teknik Üniversite) öğrencilerinden kurulan bu şampiyon takıma, 1928 yılında aynı okulun kız öğrencilerinden Suphiye Rıfat da katılmıştı. Beş erkek ve bir kadından oluşan bu takım yenilmeden İstanbul Ligi şampiyonluğunu kazandı. O tarihten bu yana da bu olayın bir benzeri daha yaşanmadı. Aynı zamanda Fenerbahçe kız voleybol takımının da kaptanı olan Suphiye Rıfat ‘Türkiye’nin ilk kadın mühendisi’ unvanını da taşır. Daha sonra aldığı Güreyman soyadı ile çok sayıda esere imza atmıştır. Anıtkabir’in inşaatında da kontrol şefi olarak görev yapmıştır.
Herkes bilir, rakının bir adı da ‘arslan sütü’dür. Bunun anlamı “herkes içki içemez, rakıyı yüreği sağlam insanlar içmelidir” demektir. Onun için eski büyük gedikli meyhanelerdeki rakı güğümlerinin üzerine pirinçten bir yürek şekli konurdu.
RESMİ PARALARA BASILAN İLK KADIN YAZARIMIZ 1889’da George Ohnet’in ‘Volonte’ adlı romanını Meram adıyla çevirerek edebi kariyerine başlayan ilk kadın romancımız Fatma Aliye (Topuz) Hanım (1862 – 1936) çevrenin tepkisinden çekindiği için, bu çevirisinde “Bir Hanım” imzasını kullanmıştı. Fatma Aliye’nin bu çabası Ahmet Mithat tarafından Tercüman-ı Hakikat gazetesinde övülünce Fatma Aliye yeni yapıtlar da verdi ama o yapıtlarında “Mütercime-i Meram” (Meram’ın Kadın Çevirmeni) takma adını kullanıyordu. Bugün (2012) kullandığımız 50 TL’lik banknotların arkasında resmi yer alan kadın, Fatma Aliye Hanım’dır.
Reklam
BU DA İSTANBULLU DİYOJEN! 20. yüzyılın başlarında Moda taraflarında bir fıçı içinde yaşayan, bu nedenle de herkesin “Diyojen Ali Bey” dediği ayyaş bir balıkçı vardı. O zaman 45 yaşlarında olan bu adam gece gündüz sarhoş gezerdi, ama kimseye sataştığı veya kimsenin kalbini kırdığı görülmemişti. Bu nedenle mahalle halkı Diyojen Ali Bey’i çok severdi. Lodoslu bir fırtına gecesi dev dalgalar Diyojen’in sahildeki fıçısını kapıp da denize götürdüğünde birkaç balıkçı canlarını tehlikeye atarak denize açılmış ve fıçıyı sahile getirmeyi başarmışlardı. O anda gördüler ki fıçıda hâlâ uyumakta olan Diyojen ayağa fırlamış ve kendini kurtaran balıkçılara şöyle bağırıyordu: “Ne var? Biri denize mi düştü? Atlayalım, hemen kurtaralım!”
Kız Kulesi Hapishanesi;
İstanbul’un en bilinen simgelerinden olan Kız Kulesi Osmanlı tarihinde yalnız bir defa ve bir kişi için hapis olarak kullanılmıştır. Burada, 18. yüzyılın namlı vezirlerinden Hekimoğlu Ali Paşa hapsedilmiş ve oradan Kıbrıs’a sürgüne gönderilmiştir. Tarihimizde kabrine gece yarısı defnedilen tek insan da yine Hekimoğlu Ali Paşa’dır. Kütahya valisiyken, 14 Ağustos 1758 tarihinde ölmüş ve orada defnedilmişti. Ali Paşa hâlâ kendi adıyla anılan büyük bir camii yaptırmıştı ve ölünce camiinin yanındaki türbesine gömülmesini vasiyet etmişti. Buna izin verildi; Kütahya’daki geçici mezarından çıkarılan naaş Üsküdar’a geldi, fakat halk büyük bir hürmet beslediği bu vezire karşı bir karışıklığa sebep olabilecek şekilde tezahürata hazırlandığından, tabut Üsküdar’dan İstanbul’a gece yarısı geçirildi ve sessizce Fatih’teki türbesine defnedildi.
Osmanlı devletinin ilk telgraf hattı 9 Eylül 1855 yılında Edirne – Varna – Kırım arasında kuruldu. Kırım’dan İstanbul’a çekilen ilk telgrafta ise Kırım’ın şehri olan Sivastopol’un Rus işgalinden kurtarıldığı bildirilmekteydi.
19. yüzyıl sonlarında Halil Ağa isminde bir adam karılarının ve annesinin geçimsizlik kavgaları yüzünden, kahrından ölmüştü. Vasiyeti üzerine mezar taşına: “Karı dırıltısından ölen Esseyid Halil Ağa’nın ruhuna El Fatiha – Hicri 1260” diye yazıldı. Bu mezar taşı Merkez Efendi mezarlığındadır.
Reklam
İstanbul'da Veba Salgını;
Ortaçağ’da Avrupa’yı kasıp kavuran ve o zamanki Avrupa nüfusunun 1/3’ünü öldüren veba dönem dönem Osmanlı’nın da başına bela olmuştu. Bu veba salgınlarından en vahimi ise 1812 yılında yaşanan ve dönemin İstanbul’unda tam bir dehşet havası estiren salgındı Zamanın gümrük emini tarafından düzenlenen bir resmi belgeye göre, bir buçuk ay içinde İstanbul’da her gün 850-900 kişi ölmüş, Ramazan ayında ise ölü sayısı 1200’e kadar çıkmıştı hastalığın giderilmesi için, Sultan Mahmut yatsı namazından sonra minarelerden yüksek sesle “Ahkaf Suresi” okunmasını emretmişti; bunun üzerine halk dehşet içinde kaldı. Ramazan bayramında ise, bayramlaşmak münasebetiyle halkın birbiriyle teması arttığından, hastalık tüyler ürpertici bir hal aldı. Bayramın ertesi ölümler günde 3000 kişiye kadar çıktı; ulemadan bir kısmı padişaha müracaat ederek: “Ahkaf suresi Âd Kavmi’nin helâk olacağını haber verir, böyle günlerde okunması hiç uygun değildir” dediler. Emir geri alındı, hatta geri alınmakla da kalınmayarak, evlerde bile Kur’an okunurken bu surenin okunmaması emredildi
CELLÂT KARA ALİ
Osmanlı tarihindeki en meşhur ve en korkunç cellâtlardan biri Kara Ali’dir. Sultan İbrahim’in de cellâdı olan Kara Ali tarihe ‘padişah cellâdı’ olarak geçmişti. Evliya Çelebi Kara Ali ve yamaklarının giyimlerinden, sürekli üstlerinde taşıdıkları idam ve işkence aletlerinden söz ettiği bir betimlemesini şu cümleyle tamamlar: “Amma ne’uzü-billah hiç birinin çehresinde nur kalmamış, zehir gibi âdemlerdir.” Cellât Kara Ali, Sultan İbrahim’den önce sadrazamı Hezarpâre Ahmet Paşa’yı boğmuştu. Sadrazam Sofu Mehmet Paşa’nın emriyle Sultan İbrahim’i boğmak üzere, hapsedildiği küçücük hücresine gitmek zorunda kalan Cellât Kara Ali, padişahın haykırışlarına dayanamayarak kaçmıştı. Cellât Kara Ali’den daha gaddar olan Sadrazam Sofu Mehmet Paşa, cellât ve yamaklarını yaptığı baskıyla Sultan İbrahim’in hücresine zorla sokmuştu. Kara Ali yamaklarının da yardımıyla gözyaşları içinde infazı gerçekleştirmiş, Sultan İbrahim’i boğarak öldürmüştü. 1664’te ölen fakat ölüm sebebi bilinmeyen Kara Ali’nin yattığı yerin Karyağdı bayırındaki cellât mezarlığı olduğu tahmin edilmektedir.
Eski İstanbul kahvehanelerinde gelen giden çay, kahve içer, nargile veya çubuklarını tüttürüp sohbet ederlerdi. Bir de çulsuz takımı garibanlar vardı ki onlar da kuytu bir köşeye çekilir ve oraya serilmiş bir şilte üzerinde gün boyu bir şey içmeden oturur, hatta kahvecinin keyfi yerindeyse geceyi bile orada geçirirlerdi. İşte bu gariban köşesine eski İstanbul argosunda “Allahkerim Yeri” denirdi.
Osmanlı' da bu işi yürüten vakıf vardı.
" • yaz aylarında sıcaktan bunalanlar için gölgelik yapılması gereken yerlere su küplerinin konulması... "
Sayfa 106 - Maya KitapKitabı okudu
Lale soğanı Avrupa’ya Osmanlı’dan gitmiştir. Bu bir beyaz lale ve türünün adı da “Tülbent” idi. Fransızca dahil, birçok Batı dilinde lalenin adı olan “tulip” sözcüğü bu “tülbent” adından bozmadır.
463 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.