Bertrand Russel "İnsanlığın Yarını” adlı yapıtında (..) "Adam öldürmeyi suç sayan yasa kaldırılırsa, adanı öldürenlerden başka, her insanın özgürlüğü kısıtlanmış olur, birçok durumlarda adam öldürenlerin özgürlüğü bile uzun sürmez, çünkü kısa zamanda kendilerini de öldürecek biri çıkar" diye ekliyor. Tasavvufla da buna şöyle bir formülle çare bulmuşlar: "Zalimin zulmüne izin vermek, mazluma kötülüktür."
Uzlaşma, (..) iki şekilde olur. Birincisi, "hukuk" kurallarını oluşturmak şeklinde karşımıza çıkar. (..) İkincisi ise, toplumdaki insanın, erdem seviyesini, olgunluk seviyesini yükseltmektir. Bu da ancak, eğitim vermekle mümkün olur.
"En ileri hizmet ve saygı insana gösterilmelidir. Ve bu, insan ayırımı yapılmadan yerine getirilmelidir. Hz. Peygamberin tavrında bunun örnekleri verilmiştir. O, din ayırımı yapmadan, putperestler de dahil hastaları ziyaret eder, tüm cenazeler için saygıyla ayağa kalkardı. O, insanı değerlendirirken günlük hesapları değil, insanlığın geleceğini esas almıştır. Kendisini taş yağmuruna tutan Taif putperestlerine beddua etmesi istendiğinde bunu reddetmiş, şöyle yakarmıştı: 'Allahım, kavmimi doğruya yönelt, çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar". Kendisine öylesi bir kötülüğü yapanları ’kavmim" diye anması, üzerinde çok durulmuş bir ifadedir. Bunun anlamı açıktır: Putperestler de dahil, tüm insanlık Hz. Muhammed'in külli vücudunda parçalar, hücreler gibidir. Nitekim sufi düşünce onu Ruh-i Azam (en büyük ruh) olarak anar. Öyle bir ruh ki, Kur'an’ın ifadesi ile: "İnsanlara dokunup onları üzen her şey, onu da rahatsız eder, incitir." *
(* Yaşar Nuri Öztürk, Mevtana ve İnsan, s:43)
Hemen hemen dinsel metinlerin hepsi "hırsızlık yapma" "yalan söyleme" gibi olumlu ahlaki prensiplere yer verirken, bu tür yorumsal anlamların acaba kaçı, kaç kişi tarafından davranışlara yansıtılabiliyor?