“Çoğu zaman böyle tecrit edilmiş yerlerde, uzun süre etrafı gözetlemekten, insan güpegündüz bile, çalılıkların arasından çıkan insan gölgeleri gördüğünü zanneder; birinin sizi gözetlediği izlenimine kapılırsınız ama gidip bakarsınız ki kimse yoktur…”
O zamana değin, çocukken insana sonsuz gibi görünen bir yolda yılların yavaş yavaş ve hafifçe geçtiği, böylece hiç kimsenin akıp gittiklerinin ayırdına varmadığı bir yolda, hep ilk gençliğinin kaygısıyla ilerlemişti.
... dün gelmişim gibi,” diyordu Drogo.
Gerçekten de öyleydi. Dün gibi geliyordu ama zaman geçmişti, o hareketsiz, herkes için aynı, duran yani ne daha mutlu olanlar için daha yavaş, ne de talihsizler için daha hızlı olmayan ritmiyle geçiyordu.
“Düşlerde, her zaman saçma ve karmaşık bir şeyler vardır ve insan tüm gördüklerinin yalan olduğu duygusundan ve en güzel anda uyanacağı düşüncesinden hiçbir zaman tam olarak kurtulamaz…”
Yine de zaman, gitgide daha hızlı bir biçimde akıp gidiyordu; sessiz ritmi yaşamı parçalara ayırıyor, insan geriye bir göz atmak için bile duramıyordu. "Dur! Dur!" Diye bağırmak istiyor ama sonra bunun hiçbir yararı olmadığının farkına varıyordu. Her şey, insanlar, mevsimler, bulutlar, her şey kaçıp gidiyordu; insanın taşlara, bir kayanın tepesine asılması da yararsızdı, yorulan parmaklar gevşiyor, kollar cansız bir şekilde düşüyor ve insan kendini bu çok yavaşlamış gibi görünen ama hiç durmayan ırmağa kapılmış buluveriyordu.