Üç Noktanın Söylediği sözleri ve alıntılarını, Üç Noktanın Söylediği kitap alıntılarını, Üç Noktanın Söylediği en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
tarih namına bildiklerimiz, az sayıda gözlemcinin, çok sayıda hadiseyi, sınırlı bakış açılarından müşahade ederek, kendilerince önemli saydıkları unsurları yetersiz bir lisanla kayıtlara geçirmesinden ve neticede tarih okuyucusunun bu gözlem raporlarından çıkardığı şahsî mütaalalardan ibarettir.
O, bunu biliyordu. Askere giderken eşiyle son kere yalnız kaldığında demişti ki, "Eve gönderdiğim her mektubun sonuna üç tane nokta koyacağım; üç tane nokta... O üç nokta senin içindir, anladın değil mi?"
Hiç anlaşılmaz mıydı? Eski askerliklerin uzun yıllarında, derbeder fasılalarla eve gönderilen her mektubun sonunda hep o üç nokta vardı. Analar, babalar, teyzeler, amcalar, komşular ve tanıdıkları hatırlarının sorulmasına memnun oluyorlar, dualar gönderiyorlar ama mektubun sonundaki o üç noktaya hiç mi hiç dikkat etmiyorlardı. "Üç nokta"nın muhatabı ise, her defasında bir öncekinden leziz, hasret ve aşk dolu cümleler okuyordu. Hiçbir edibin o güne kadar kaleme almaya muvaffak olamadığı güzellikteki aşk mektupları, üç noktanın içindeki daracık mekânda, her defasında ter-ü taze sevgi kelimeleriyle uzun yolculuklar ediyor, günlerce kayınbabanın emekli cüzdanında, kayınvalidenin En'am cüzünün arasında bir muska ihtimamı ile gezdirildikten sonra lütuf kabilinden gelin hanıma da gösteriliyordu. Onun mektupta yazılanlara aldırış ettiği yoktu; son satırın sonundaki üç noktayı arıyor, buluyor, okuyor, taze havadisler ve mahrem sevgi sözlerini deşifre ediyor ve daima, o üç noktayı buğulanmış gözlerinden süzdüğü üç damla gözyaşı ile yıkıyordu.
Seneler, seneler sonra, bütün sözlerin mahremiyet yaşmağını yırtıp, üryan tekilliklere düştüğü bir gün, yüreğinin tam üzerinde sakladığı son mektubu çıkarıp sonundaki üç noktayı okşarcasına seyrederek sevgilisine şöyle demişti:
- Sahi Ahmet Bey, ne güzel mektuplar yazardın eskiden?
Dost ki, insanın yarısıdır. Aynı yüreği besleyen iki atardamara benzer; bölüştüğünüz halde eksiltmeyendir, ruhun simetrisidir ve zannımca Yahya Kemal haklıdır: "dostluk aşktan da üstündür."
Lise yıllarında niçin her delikanlı ve genç kız şairdir? Niçin milyonlarca genç, ömürlerinin belirli bir vaktinde şiirin yel değirmenine kalburla su taşıyıp dururlar ve neden bu yılların şiiri, kahrı çekilmeyecek kadar değersiz ve sıradandır? Şiiri bu kadar kolaya alışımız ve 'ben yazdım oldu' zehabına kapılışımız esasen şiire hakaret değil midir?
O yıllarda gençlerin evlenmesine, siyasetle uğraşmasına, müzik setini kurcalamasına bile tahammül edemeyiz de, şiir yazmaya kalkışmasını eğik bir tebessümle hoş karşılarız.