Öncelikle şunu söylemek istiyorum: Jack London mükemmel bir yazar. Ve Vahşetin Çağrısı'nda mükemmel mesajlar vermiş, zamanının çok çok ilerisine dek uzanan. Güney toprakları ve Kuzey toprakları anlatılır bu kitapta, Buck isimli güçlü ve asil bir köpeğin kadrajından. Buck 1800'lerin sonunda Kanada'nın çok kuzeyinde soğuk bölgelerde başlayan altın arama işinde kızağa sürülen köpeklerden biri olur bir anda, bir gün önce sıcak ve konforlu Güney topraklarında, Yargıç Miller'ın sıcacık şöminesinde uyurken. Jack London muazzamm bir benzetme yaparak Kuzeyde "sopanın ve dişin yasası" nın geçtiğini söyler.. Aslında kitabın alt hikayesinde Kuzey ve Güney, bambaşka iki yerdir.. Ve kitabı okuduğunuz zaman "sopayla ve dişle" yönetilen ülkelere asla demokrasi kavramının, huzur refah ve barış kavramlarının yerleşemeyeceğini acı bir şekilde öğreniyorsunuz. "Güney topraklarının sevgi ve paylaşım yasası altında yaşarken özel mülkiyete ve bireysel duyarlılıklara saygı göstermek tamamdı da Kuzey topraklarında, sopanın ve dişin yasası altında bu tür şeyleri önemseyenler enayi sayılırdı ve Buck bu değerleri sürdürdükçe başarılı olamazdı" diyor Jack London. Ve daha fazla yazmama gerek kalmıyor çünkü bu acı gerçek yüzünüze çarpınca susmak zorunda kalıyorsunuz. İyi okumalar, mutlaka okuyun çünkü.