İlk kısım, bireyin içerisine, insanın varoluşuna dem vurmakta. Elbette bu dem vurma Dostoyevski karamsarlığı ile bütünleşince burada dem vurulan nokta insanın karanlık noktaları, daha doğrusu insanların kararttığı noktalar oluyor. Belki de insanın Yeraltı.
Bu olumsuz her hissi, her düşünceyi, her fikri okudukça varoluşunuzun gerekliliğini dahi sorguluyorsunuz. Tam da " İnsan gerçekten bu kadar büyük bir çukura sahip olabilir mi?" diye düşünürken kitabın diğer yarısı başlıyor. Kitaptaki kahramanın hayatından örnekler düşünceleri somutlaştırıyor.
Öznel bir yorum yapmam gerekirse ki aşikâr ki son okuduğum kitapların pesimist bir düşünce etrafında şekillenmesi bunda besbelli etkili, insanoğlunun genel anlamda geldiği yavan noktalara teması şüphesiz haklı. Ancak insan tüm hayatını kendi Yeraltından beslerse, kendi cehennemedinde yaşamaz mı? Ya da çevresinde bir cehennem dairesi oluşturmaz mı ? Sanıyorum ki bu kitap, insanı içerisine koyduğu bir daire çizip onu orada terk ediyor.