Günümüz Türk sinemasında, dönem dönem geneli aşan bazı istisnalar dışında, boğucu bir özenti ve samimiyetsizlik, köklü bir bilgisizlik ve bunlara paralele olan entelektüel bir sığlık, boyutsuzluk ve bayağılık göze çarpıyor.
Kemal Tahir, "Mahpusluk da bir çeşit ölümdür" der, Yol Ayrımı'nda. Ama 13 yıllık yoğun dostluğumuz boyunca, onun hapishane deneyiminden bir kez bile yakınarak söz ettiğine tanık olmadım. Bunu en büyük ayıp sayardı. Hapishaneyi, o, büyük bir okul olarak nitelerdu. "Orada insanların konuşmalarını dinlerken bazen okyanuslar çarpışıyor sanırdım" demişti bir keresinde. Anadolu Türk insanının ruh karmaşasına, sık sık sözünü ettiği "bitmez ruh gücüne" olan o derin inancını hapishanede edinmişti
A Ay, ışık, oyun, montaj ve diyalog anlayışıyla Türk sinemasının biçim dağarcığına taptaze nitelikler katıyor (Türk sinemasında bugüne dek rastlamadığım ölçülülükte bir zaman ve mekân duyarlığı taşıyor).
Bir Batılı sinemacının filan empresyonistten etkilenmesi, falan Batı filminde, örneğin gotik esin kaynaklarından söz etmesi bir erdemdir de bizim kendi malzeme ve dünyamıza yönelmemiz nedense hep şüpheyle, alayla karşılanır.