Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Zorlara Dağlar Dayanmaz

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu

Zorlara Dağlar Dayanmaz Sözleri ve Alıntıları

Zorlara Dağlar Dayanmaz sözleri ve alıntılarını, Zorlara Dağlar Dayanmaz kitap alıntılarını, Zorlara Dağlar Dayanmaz en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Fransız felsefeyi, dimağının girintilerinde beslerken, Alman onu damarlarında yaşatıyor. Her Fransız'da sanki Descartes'den bir parça ve Alman'da Goethe'den bir taraf var!
Hem sonra ölen kim? Sen, ben ve şurada gezinenler, kumların içinde oynıyan, hayattan bihaber şu çocuklar ve şu iki sevgili... Bunların hepsi kocaman bir kitlenin göze görünmeyen zerreleridir. Eğer sönüyorlarsa bu sönüş zerre olarak, yoksa kütle olarak değil. O halde, kaybolan bir şey yok. Bunu böyle düşündüğümüz gün mezarlıkları, şehirlerin ortasına, gözümüzün her zaman göreceği, adımlarımızın her zaman uğrayacağı köşelere kuracağız ve korkmadan, ürkmeden selvilerin altında dolaşacağız.
Reklam
Şimdi Alsas'ın bir deresindeyim: Karşımda Jop isimli sigara kağıdı fabrikaları tütüyor, Voj dağlarını kaplayan dumanları, Tortum köylerinin on sene evvelki figanlı manzarasını daha iyi aydınlatıyor. Bulunduğu muhitten uzaklardaki bir gıdayı almağa ne ihtiyaç, ne de zevk hissetmeyen hayvanın gırizesine aklıselim dense yeridir. İnsanda fazla olarak bu aklıselimin mevcut olmayan şey'i yaratmak derecesine varacağını düşünmüyor değilim. Her ne olursa olsun, içtimai ve iktisadi yaşayışımızda, şöyle böyle iki yüz yıl önce başlayan tarih dönümü, her halde, bizden, hayvanlarda bile bulunan bu aklıselimi nez'etmiş olmalı!
Medeniyetin teknik ve sıkıcı şartları içinde üzülen Avrupalı için, kavuklu, zemzemli, peçeli, nargileli, yani kendilerinin telakkisine uyan bir şekilde Müslüman kalan bir Türkiye, bir taraftan Avrupa'nın sağılacak ineği, öte taraftan daimi bir sinema, canlı bir müze, hoş bir mesiresi olarak kalmasın mı?
Anatole France "Dünyanın en güzel sesi, Fransız kadınının sesidir." diyor. Frenk edibi muhakkak Fransa'dan ve Fransız kadınının sesinden bir müddet uzak düştükten sonra böyle söylemiş olmalı. Üç yıl sonra, Lyon'da bir su kenarında ilk defa bir Türk kadınının konuşuşunu dinlediğim günden beri ben de dünyanın en şiirli sesi, Türk kadınının sesidir, demeğe başladım
Kadri bilinmeyen ilahi ızdırap! Kendimizde iyi olan, hayata değer veren herşeyi, merhameti ve bütün iyilikleri ona borçluyuz. Deha, eğer ızdırabı güzelleştirmek san'atı değilse nedir? A. Frans
Reklam
Bugün bir kaç arkadaş ile beraber Napolyon’un mezarını gezdik; altın kubbe altında uyuna inkılap kaplanını mezarını hüşu içinde dolaşmış olanlar arasında arka kapıdan çıkarken gözlerimiz eski top namlularına saplandı. Arkadaşlardan biri: -Cezayir’den getirilen Türk topları dedi. Baktım: Bir tarafında namlunun yapıldığı tarih, bir tarafında kısa bir mısra: "Zorlara dağlar dayanmaz" Paris'te Napolyon'un mezarı yanındaki bir demir parçasına kazılı olan bu Türk mısrası, dağlar devirmiş iradenin kıvrımları halinde gözlerimin önünde süzülürken, hafızam geçmiş asırları atladı, tarihin sararmış, delik deşik olmuş sahifelerini çevirdi ve nihayet dağları artık yıkamayan Türk iradesinin bitkin günlerine geldi; Üç kıt'aya meydan okuyan Türk zorunun, bir gün bu kıt'alardan birinin olgun "kafa"sı karşısında çöküşü manzarasına hüzün içinde daldı. Odama gelince bu manzarayı yaşattım. Türk elinin demire işlediği bu tek mısraın güzel kıvrımları tekrar canlandı. Geçmiş tarih hatıraları, Frenk ellerinde esir yatan Türk toplarının verdiği yas, yerini yeni bir ruh kuvvetine bırakıyor.
Bana öyle geliyor ki, her Amerikalı, doğar doğmaz çocukluğunu ve gençliğini geçirmeden hemen kırkına basmıştır. Çocukluğunu ve gençliğini geçirmiş halkların geçmiş günlerine ve o günlerden kalma eserlerine hasretinin sebebini burada aramalı. Amerikalının, Avrupa ve Asya'da düştüğü bu hasret, tarihsiz olmanın ıstırabı ile karışık bir duyguya da benziyor!
Yanyana dizilmiş sayılı kelimelerin gönlüme serptiği teselliye değer verdiğim günlerin birinde mısraa veda ettim, feylesofların yazılarına daldım. Kafam içinde bulunduğu kafiye aleminden yavaş yavaş çekilde ve fikirlerin sıralandığı, düzgün, doğru cümlelerin zincirlendiği başka bir dünyaya girdi. İlk günlerde bu mücerret düşünce dünyasında ümit ve güvenle dolaştım, kafiye alemini aramadım. Fakat çok geçmeden o dünyanın bu aleme değmediğini sezdim, kafaya biraz huzur ve serinlik verebilecek bir rüzgarın yine kafiye ve ahenk aleminden esebileceğine, kara toprak üstünde insan denilen mahlukun düzgün, sözde doğru cümleden ziyade ahenk ve hayal dolu bir mısraa ezelden aşina olduğuna hükmettim, tekrar sevinçli adımlarla eski alemime koştum. Sistemdeki fikrin ve hayattaki kadının boşluğunu anladıktan sonra yeniden mısrada yükselen fikre ve mısrada yaşıyan kadına sığındım
Bulunduğumuz sahne içinde bilgili, duvara çarparken, bilgisiz huzur içinde yaşamağa devam ediyor. A. Frans
Reklam
Ölümden ürküyoruz, çünkü zerreyi düşünüyoruz, kendimizi seviyoruz. Fakat boş bir düşünce ve manasız bir sevgi. Kendimizi sevmek bir nevi hayat düşmanlığı. Zira düşün ki zerreler için sönüş olmasaydı, daha açık söyliyeyim, taş devrinin iptiaisi, yahut orta devrin itikaf adamı ölümden uzak kalsaydı, senin insanlık namına mağrur olduğun bugünkü hayattan eser bulunur mu idi? O halde mezarlığı sevmek, hayatı sevmek ve onun gırizesini (tabii akışını) alkışlamaktır.
Kadın sesinin ve kadın gülüşünün mesela orman uğultusu, at kişnemesi, su sesi... gibi tabiatın ayrılmaz bir parçası olarak kaldığı, sırası düşünce kahkahası, sıhhat ve hayat taşan renkli çehresiyle, yoldan geçen yolcuya neş'e aşıladığı yerlerden biri Alsas dağlarıdır. J.J.TRousseau'nun buralarda gezdiğinden bahsediliyor. Doğru olup olmadığını bilmiyorum. Tortumlu Türk'ün asıl hayran kaldığı nokta, bu tabii yaşayışın, derelerden yükselip dağların etrafına halka halka akseden ve bir teviye ezeli günahı hatırlatan çan sesleriyle anlaşmada gösterdiği hayat zekasıdır. Türk ruhuna uzanan kara elin, Anadolu'da yükselen yabancı sesin, akliselim rehberliği ile yürüyen halk hayatına vurduğu gemi düşünüyorum. Gözümün önünden, mesela erkekler geçerken sesini kesip çöken, büzülerek arkasını yolcuya çeviren, kadın olan sesini erkeğe işittirmek günahını irtikap etmemek için dişlerini sıkarak eziyetle konuşan Ayşe'lerin, Fatma'ların bükük ve sıkılgan hayalleri geçiyor; bu hayaller bir an, bulunduğum dağların dimdik gezerken yüzleri ve alınları hayata bakan kadınlarıyle karşılaşıyor.
Faniler, her yıl gibi bu yıl da ufukları tarassuda (gözlemeye) başladılar. Herkes baharı bekliyor. Nisanın güneşsiz geçen günleri gözlerdeki bekleyişe bir başka gerginlik, bir başka sabırsızlık verdi. Yüzlerini bahar güneşine karşı tutmak için sabahları parklara koşmak isteyenleri aldatan fersiz güneşin birden sönüşü, yüzlere dargın bir eda perdesi çekiyor. Kim bilir, belki de tabiatta vakit, adeta kendisini sevdirmek için, bilerek veya bilmeyerek, çekinen kadınların düşüncesine benzer bir şey gizli. Gerçekten bahar ve güneş nazlandıkça, yüzlerimizi çevreleyen hasret, gittikçe daha ateşli, daha ergin oluyor. Güneşin her görünüşünde tabiatın güldüğü dakikayı uzatmak arzusu, çehrelerde dalgalanan bir dua halinde. O zaman baharı, güneşten, renkten ve ılık rüzgardan ziyade bu arzuda buluyoruz. Bahar ele geçince ve günler baharın kucağında kocaldıkça hasretimiz de sönüyor. Faniler için bahar ve güneş hasretiyle gergin bir ruh mu yoksa birbirine benzeyen bahar ve yaz günlerinin tek renkliliği içinde gevşeyen bir ruh mu iyi? Ben ruhun düşünüş ve seziş kudretini canlı bulunduran gerginliği tercih ediyorum.
Bir vakitler İstanbul camilerinin nasihat kürsülerine Oflu denen hocalar hükmederlerdi. Vaızlarına Kur'an'dan bir ayetler başlarlar. Fakat bu bir bahanedir. Bir defa başladı mı ayetle ilişiği olmayan binbir çeşit konu, alabildiğine sürer. Kah kadının peçesine karışır, kah Devletin siyasetinden, gavurluğa yüz verilmesinden dem vurur, ekseriya zekatı getirip kendisine vermiyenleri sağ kolu ile cehenneme iter, hiç kimseyi affetmezler. Derece derece affetmek, adeta Oflu hoca'nın elinde derece derece işine yarayan bir menfaat silahıdır.
Tabiatın dağlarını deviren, coğrafyanın kıt'alarını aşan iradenin şimdi, kendisini yenmiş olan "kafa", ve "ruh" kuvvetlerini ele geçirmek için açtığı cihadın (savaşın) güçlüğü bir dağ gibi gözlerimin önünde yükseldi.