Albert Camus'un okuduğum ilk eseri olan yabancı, kesinlikle muhteşem bir anlatım tarzı ile kaleme alınmış. Yabancı. Nekadar güzel bir kitap ismi, öyle değilmi? Sanki eline bu kitabı alan herkesin ismini ve ruhunu anlatmış yazar. Hepimiz ne de olsa birer Yabancıyız. Kitap 1942 yılında yayınlandıktan kısa süre sonra Camus genç yaşta Nobel Ödülü alan genç yazarlardan biridir. Kitabın ilk sayfaları çok enteresan başlıyor. "Annem öldü benim" diyor kitapdaki ana karakter. Kitabın başından sonuna kadar soğukkanlı bir adamın annesinin ölümüyle nasıl baş ettiğini, veya daha doğru ifade etmek gerekirse baş edemediğini okumaktasınız. Aslında kitabın başında tam olayı anlamıyor gibiydim, hatta bazı yerleri bir çok kez okudum. Aslında hikaye veya olay yavaş yavaş ilerliyor. Ölüm haberi, yol, cenaze vs. bunların hepsini bir bir yaşıyormuş gibi hissediyorsunuz bir an. Sanki sizin anneniz ölmüş ve siz o durumda nasıl davranıcağınızı planlıyormuşsunuz gibi. Okurken kendimi annemin cesedinin başında hayal ettim. Düşüncesi bile yetiyor değilmi, ölmek için ?
Kitabın ana karakterine sayfalar ilerledikçe nefret beslediğimi itiraf etmeliyim. Neden ağlamıyorsun be adam, dediğim çok oldu okurken. Ölüme karşı tepkisizliğini anlamaya çalıştım kitap boyunca. Her sayfada, aha şimdi ağlar, aha şimdi duygusal bir yer okuyacağım diye düşündüm. Ama asla beklediğim olmadı. Hatta üzülüp yas tutması gereken yerde, kendisi bir cinayet işliyor. Hemde annesinin ölümünden hemen sonra. Kitap sonuna kadar her övgüyü bence hak ediyor. Etkilendiğim nadir kitaplardan...