Şiddetin kökenindeki gerçekte, bütün temsil edici kurumların (sendikalar, örgütlenmiş hareketler, bilinçli "politik" mücadele, vs) yadsınması yatmaktadır. Kendisiyle bir dayanışma içinde olanları bile yadsımaktadır, çünkü dayanışma onun şiddetini bir modele, ambleme öyleyse bir temsil edilmeye dönüştürebilmektedir. ("Onlar bizim için öldüler ve giriştikleri eylemler bizim işimize yaradı..."). Anlamı yerinden oynatabilen, terörizmin toplumsal yasallığını hiçe şayan, onun hiçbir politik uzantısıyla hiçbir tarihsel sürekliliği olmadığını söyleyen her şey mübahtır. Terörizmin aynadaki "görüntüsü" onun tarihi bir uzantısı değildir. Aynadaki bu görüntü ya da kitle iletişim araçları tarafından öyküleştirilmesi insana bir saniye içinde şok geçinebilen ses dalgalarına dönüşmektedir. Terörizmin politik bir olay olmaması gibi bu öykü de (radyo, televizyon ve başındakiler) bir haber niteliğine sahip, nesnel bir olay değildir. Terörizm ve haber ayrı şeylerdir, ne anlam ne de temsil edilme düzenine aittirler - belki bir ölçüde mitlere benzedikleri söylenebilir ancak hiç kuşkusuz bir simülasyon düzenine aittirler.
Kaygı ve sansür üstüne yazılmış muazzam bir kitap.
Chomsky, ''Toplumun genelinin neler döndüğünden haberi yoktur, hatta haberi olmadığından dahi haberi yoktur.'' der. Burada değindiği temel sorun, kişinin internet çağında elinin altında eşsiz bir bilgi denizi olmasına rağmen, kitle iletişim araçları ve internet aracılığıyla önceki döneme göre
İdeoloji, bir tanıma göre, idrake giydirilmiş deli gömleğidir; bir başka tanıma göre, varlığın doğasına ve kökenine ilişkin bir açıklama ve gerekçe sunan, bütüncül bir inanç sistemi. Bu sistem bir yaşama nedenli vazeder. Ulaşılması gereken bir ideal ve o ideale ulaşmak için gerekli vasıtalar vardır.
Paranoid ideolojiler için dünya keskin bir
Dünyada şu an çalışan "yüksek nitelikli" yedi yüz bin bilim adamından beş yüz yirmi bini insanlığı yok edecek, daha öldürücü silah yapma yolları aramakta. lçlerinden sadece yüz seksen bin tanesi de bizleri korumanın çarelerini düşünmektedir.
Kıyamet gününün borazanları birkaç yıldır çalıyor; ama bizler buna kulaklarımızı tıkıyoruz. Bu yeni kıyamet tıpkı eskisi gibi gene dört atlısıyla koşuyor: Bunlar, kara bayrak taşıyan nüfus artışı başta olmak üzere bilim, teknoloji ve kitle iletişim araçlarıdır. Bizi etkileyen tüm felaketler bunların sonucudur. Kitle iletişim araçlarını hiç duraksamadan felaket habercileri sırasına koyabilirim. Üzerinde çalıştığım, ama muhtemelen filme çekme fırsatı bulamayacağım son senaryom, üçlü bir suç ortaklığına dayanır: Bilim, terörizm ve kitle iletişim araçları. Özellikle bu sonuncusu sık sık bir kazanç, bir iyilik olarak övülür, hatta iletişim bir "hak" olarak görülür. Gerçekte, özellikle kitle iletişim araçları, atlıların içinde, belki de en zararlısıdır. Çünkü bu, diğer üçünü yakından izler ve onların artıklarıyla beslenir. Alacağı bir ok darbesi, bize yönelik saldırının ardını bir süre için kesecektir.
"Sessiz Yığınların Gölgesinde" başlıklı bu yapıt temelde: Kitle, haber ve terörizm üstünde yoğunlaşmaktadır. Çünkü yazara göre bu üç terim arasında vazgeçilmez ilişkiler vardır.
"...Terör'ün ahlakı yoktur çünkü bizim alışık olduğumuz yasak ve şiddet oyununa bir son vermiştir. Şantajın bir ahlakı yoktur çünkü değiş tokuş olayına bir son vermiştir. Rehine'nin ahlakı yoktur. Çünkü temsil ettiği hiçbir şey yoktur (bu aynı zamanda ahlaksızlığın tanımıdır)...Rehine imgesi olmayan salt bir nesnedir. O ölmeden ortadan kalkmış biridir..."
"Terörizmin bu teşhirci yanı, bu ahlaksızlığı... onun medyalarla olan yakınlığını açıklamaktadır - medyalar haberin ahlaksızlık aşamasıdır. Medyalar olmasaydı terörizm olmazdı denilmektedir."
"Terörizm kendi başına politik bir eylem niteliğine sahip otamaz. Terörizm medyaların rehinesidir aynen medyaların onun rehinesi olması gibi. Bu zincirleme şantajın sonu yoktur - herkes herkesin rehinesidir, bu durum bizim "toplumsal" dediğimiz ilişkinin sonudur. Zaten bütün bunların ardında yatan ve tüm bu zincirleme şantajın kaynağında olan bir terim vardır: Kitleler. Onlar olmadan ne medya ne de terörizm olabilir."
1960'lardan günümüze kadar ABD kültürü, toplumu ve siyaseti yoğun ısiyasi çekişmelerin sahnesi olmuştur. Bu bağlamda, ABD'deki film ve medya kültürü birbiriyle rekabet eden toplumsal grupların savaş alanı olagelmiş, bazı filmler liberal veya radikal fikirleri desteklerken, bazıları muhafazakar fikirleri desteklemiştir. Çoğu film ise siyasi