Oğuz Atay'ı ayaküstü ve o kadar az gördüm ki, onunla ilgili ancak bir tek izlenim edindim: Koskocaman bir kediye benziyordu tıpkı. Çok kocaman ve çok güzel bir kediye öyle benziyordu ki ona elimi uzatınca "miyaaaav!" diyeceğini sandım. Miyavlayacağı yerde, "tanıştığımıza memnunum" deyince şaşırıp kaldım.
Bir toplum cinsel yasaklardan ve baskılardan ne denli kurtuluşmus olursa olsun, her yerde gizli ya da açık genelevler vardır. Hele Amsterdam gibi bir liman kentine genelevlerin bulunması çok doğaldır. Ne var ki bu haliyle iki nedenden ötürü beni çok tedirgin etti. Birinci neden kadınların bir kasap dükkanının camekanına kancalarla satılan et parçaları gibi gözler önünde sergilenmesiydi. İkinci neden ise birincisinden çok daha fazla tedirgin ediyordu beni: Satışa çıkarılan bütün bu kadınlar arasında kuzeyli tipli yani beyaz tenli sarı saçlı mavi gözlü bir tek kadın yoktu. Hepsi esmerdi bazıları kara tenli afrikalılar ya da simsiyah saçlı çekik gözlü asyalılardı.Varlıklı Avrupa'nın kadınları değil üçüncü dünya ülkelerinin ya da eski sömürü ülkelerinin zavallı yoksul kadinlariydi satışa çıkarılanlar. Amsterdam kerhaneleri bu et ticaretini vitrinlerde sergilerken ırkçılığın korkunçluğunu ve ekonomik düzeni çirkinliği ve gözler önüne seriyordu sanki.
Bir insan ne denli üstün zekâlı ve bilgili olursa olsun, eğer duyarlılıktan yoksunsa; kafa açısından görkemli bir dev, duygu açısından zavallı bir cüceyse, ben neyleyim böyle bir adamın dostluğunu?
Gençliğin mutluluğu, gençlerin kendileri dışında neredeyse herkesin inandığı koca bir yalandır. Hiçbir gencin "genç olduğum için aman ne mutluyum" dediği duyulmamıştır. Ama her ne dense ihtiyarlar "ah gençken ne mutluydum" diyerek kendini aldatıp dururlar.
Bu bir paradoks değil; çünkü çoğu erkekler en büyük çatışmalarını babalarıyla yaşarlar, sevgiyle karışık en acımasız kinlerini onlara karşı duyarlar. Bir öfke ve çılgınlık anında, yapamayacakları şey yoktur.