ayvalık’ta sabahın üçü
denize sıfır cunda oteli
oda servis özürlü
hilton’dan pahalı
daracık odası
bu kadar fahiş olmaz ki
dalga fışırtısı
artık ada değil cunda
asfalt ile lehimlendi ayvalık’a
temmuzun ikisi düğümleniyor üçüne
kör topal gidiyor turne
ferhangi şeyler yirmialtıncı sene
bindokuzyüzaltmılbeşinci oyun
oynamaktan yoruldum
artık oturup yazmam istiyorum
yüzyıl sürmeyecek ömrüm
Fırçam ve renk renk boyalarım var. Alev alev dolanıyor içimi çizme isteği. Aslolan çizmek değil, özlem. Bir yol çiziyorum, giderek daralan, perspektif bildiğimden değil, gözlem. Yollar uzakta daralıyor, bunu otobüs yolculuklarından biliyorum. Bir kız çiziyorum yolun başına, eline bir çanta veriyorum, okula gitsin, okusun hasbam. Uzun uzun saçlar çiziyorum, işi ne, taransın yosmam. Sonra resme bakıp basıyorum şarabı bardağın gözüne, bardağın gözünün tam neresi olduğunu çok iyi bilemeyerek. Seviyoruz ya, içmek gerekli. Kız çıkıp gidiyor resim kağıdından. Fırçalarımı kırıyorum, boyalarımı atıyorum gayya kuyularına. İçimdeki çizme isteğini bir ressama ciro edip basıyorum şarabı bardağın gözüne… Bardağın gözü olmaz. Çekmece mi bu? Çekmecenin gözünün de bir şey gördüğü söylenemez. Kendin yarat derleri, kendin üzül, delikanlı bir felsefe.
Tatil zaten biraz da, kimsenin bizi tanımaması, bizim kimseyi tanımamamız. Tanışıklıklar engel oluyor insanın dinlenmesine. Hiç tanıdığın yoksa, her zaman tatildesin demektir. Ancak, bu hiç kimseyi tanımamak mertebesine kolay ulaşılamıyor.
"sahnede kırkikinci yılım
kaf dağı'na taşındım
herşey gayet masalsal
herkes masalcıl
elliiki oyun onsekiz kitap yazmışım
yazılacak kitaplarım
tozlu dosyalar olarak karşımda
oyun yazmaktan sıkıldım
geldim altmış yaşıma
öğrenmeler bitmiyor
ömür ne kadar kısa
herşeyi öğrenmeden zart diye ölünüyor"
"demek ki
nötron ile donanmış
böyle bir çağda da
dan diye ve bizzat çarpışılabiliyor aşkla
korkmamak lazım lan yüreğim
yürümek gerek demek ki bu dutlu bulvarı
istifi dingildetmeden"