Ölümü hazırlayamazsınız. Hayatı hazırlayamazsınız.
Onlar öylesine, olduğu gibi gelir.
Hayattan bir 'an'ı soyutlayamazsınız.
Hiçbir şey o 'an'a bağlı olamaz.
Her şey sürecin bir parçasıdır..
Bana istediği kadar : "Hayatın anlamını kavrayamazsın! Düşünme, yaşa!" desinler, bunu yapamam. Çünkü bunu daha önce çok yaptım. Şimdi elimden gelen, geçip giden ve beni ölüme götüren günü ve geceyi seyretmektir. İşte bir tek bunu görüyorum;çünkü bu bir tek şey, hakikattir. Geri kalan her şeyse yalan.
Zihninde uçuşan bu anıları, hastalığının nasıl başlayıp ilerlediğine ilişkin bir başka anı dizisi izliyordu. Zaman olarak ne kadar geriye giderse, anıları da o kadar canlı, güçlü oluyordu. Aslında geriye gittikçe hayatın içindeki iyiler de, hayatın kendisi de o kadar güzel, o kadar dolu dolu oluyor ve bunlar sürekli birbirine karışıyordu. "Acıların zaman içinde gitgide artması gibi, hayat da bütün olarak hep daha kötüye gidiyor," diye düşünüyordu. Çok gerilerde, hayatının başlangıç dönemlerindeki aydınlık nokta gitgide kararıyor, zaman içinde artan bir hızla sürüyordu bu kararma. "Ölüme olan uzaklığın karesiyle ters orantılı bir hızla," diye düşündü ve artan bir hızla aşağı düşen bir taş imgesi yüreğine saplanır gibi oldu. Hayat gitgide artan acılar demek; artan bir hızla en dibe, en korkunç acılara doğru uçmak demekti. "İşte ben de uçuyorum..."