Andrey: Ah geçmiş günler, gençlik günlerim nereye gittiniz? Zihnimin pırıl pırıl, gönlümün neşeyle dolu olduğu, hep güzel, ince şeyler düşünüp düşlediğim; yaşanan zamanın ve geleceğin umutla aydınlandığı günler, ne oldu size? Neden, neden daha yaşam yolunun başlangıcında can sıkıcı, renksiz. silik, tembel, duymaz, yararsız mutlu kişiler olup çıkıyoruz. İki yüz yıllık tarihi var şu şehrin. İçinde iki yüz bin kişi yaşıyor. Ama ne geçmişte ne de şimdi, bir tek kişi yok ki diğerlerine benzemesin. Kendini öyle yüce bir amaca adamış bir tek kişi bile yok. İnsanda kıskançlık duygusu ya da öykünmek için tutku uyandıracak ufacık yetenekli bir sanatçı bir tek bilim adamı yok. Sadece arabalara kurulup gez, yer. içer, uyur. Sonra da ölürler... Sonra başkaları doğar bunlar da yer, içer, uyur ve can sıkıntısından aptallaşmamak için. iğrenç dedikodularla, votkayla, kumarla, hileli davalarla hayatlarında değişiklik yaparlar... Karılar kocalarını aldatır,kocalar da yalan söylerler, hiçbir şey görmüyor, hiçbir şey duymuyormuş gibi davranırlar. Çocuklar karşı konulması zor, adi bir etki altında ezilirler, onlardaki Tanrısal kıvılcım söner... Ve bu çocuklar da, tıpkı ana-babaları gibi birbirine benzeyen, acınacak birer kadavra haline gelirler.