Yüzünü görmeden sevdim ben seni. Belki hatıramda yüzün yok diye sevinmeliyim. Ama ben senin bal harelerindeki parıltıların hayaliyle uyudum gecelerce. Sadece gözlerini görseydim olmaz mıydı?
Karasevda, gözleri bağlı olarak bir uçurumun kıyısında yürümek değil miydi? Birine sevdalanmak, donmuş bir gölde, nerede ve ne zaman kırılacağını bilmene imkan olmayan ince buzlar üzerinde yürümek anlamına gelmiyor muydu?
Hafız, hafıza, muhafız ve muhafaza kelimeleri "korumak, saklamak" gibi mânâlara gelen bir kökten türemişler. Hatta "hıfzıssıhha"daki "hıfz" da öyle. Hafize ise "koruyan, saklayan" demekmiş ve sanıyorum "hafız" kelimesinin dişili. Birkaç kelime daha var ama mühim değil. Asıl diyeceğim, kimileri "hafızasında muhafaza ediyor, koruyup saklıyor" der ama ekserisi "takıntı yaptı, unutamıyor" der. Oysa kimse öteye göçmüş ananızı, babanızı, evladınızı koruyup sakladığınızda size takıntı yaptığınızı söylemez. Bunun bizi götürdüğü yer: Bir adama yahut bir kadına duyulacak aşkların hep bir azami limiti olması gerektiği fikri toplumda yaygınlıkla kabul görmüştür. Ölümün ötesindeki kara toprak ile bu limitin ötesindeki kara sevda arasında dişe dokunur bir fark olsaydı, o zaman "bu toplum koyu aşklara yabancıdır" demek hakkımız olacaktı. Kamu kanaati bu hususta bizleri uyarmak haddini kendinde buluyor çünkü hakikaten de irade, ölümleri kovaladığından çok aşkı çağırır.
Zeynep:
o vücudunda rahat kendisiyle barışık
ben kendime kısayım bu aşk bana sığmıyor
neş’esi köpük köpük işi gücü taşkınlık
taşıdığım tasayı besbelli taşımıyor
~benim varlığım her an korkudan aşınıyor
vehimlerim bir orman ıssızlığa alışık~
“Atilla İlhan”
Öncelikle kendimi iyi bir inceleme yapıcısı olarak göremiyorum. Anlatımımı buna dayanarak yapacağım.(Spoilerle)!!!
Yazarın üslubu o kadar güzel ki kitabı elinizden bırakamıyorsunuz. O dönemde kullanılan kelimeler var. Ama bunlar bir anlamsızlık yaratmıyor. ( Ve kitabın arkasında bu kelimeleri oluşturan sözlük bulunuyor.)
Hasta bir