Kurt kuzuyu yakalamış yiyecek. Ancak bir bahane uydurmak lüzumuda hissetmiyor değil. Kuzuya demiş ki, sen geçen yıl bana küfretmişsin, bunun cezası
ölümdür, seni yiyeceğim. Kuzu, beni yemek istediğini
biliyorum ama ,yalan demene gerek yok. Çünkü ben
geçen yıl daha doğmamıştım der.» Bu kısacık öyküyü
PKK merkezi önderlerinden Bedrettin Kavak’ın babası
Hüseyin Kavak anlattı. Batmanlı Bedrettin Kavak 12
Eylül 1980’den bu yana tutuklu. Şimdilerde Ceyhan cezaevinde. Kardeşi Gültekin Kavak, «yeni bir örgüt kurabilir» savıyla gözaltına alınmış. Gel gör ki, Gültekin’in bu işlerle arası hiç iyi sayılmaz. O, okulunu bitirmenin peşinde. Sınavını kazandığı parasız yatılı bir
okul için kendisinden «temiz» olduğuna ilişkin bir belge
istense de Batman Emniyet Müdürlüğü vermez. Gerekçe abisi Bedrettin Kavak’tır tabii. Hüseyin Kavak,
emniyet müdürüne çıkarak durumu izah etmeye çalışır
ancak hiç bir sonuç alamaz. «Yahu» der bu kez de baba Kavak, «hanım hamile yarın öbür gün doğum yapacak. Bu yeni bebe de mi sizin gazabınızdan kurtulamayacak?» Yanıt, tereddütsüz «evet» olur. Bebenin geleceğinin kurtulması için tek yol vardır, Bedrettin başta
olmak üzere tüm ailenin devlet safına geçmesi, «devlete
sadık bir yurttaş» olmaları. Doğmamış çocuğu bile
«suçlu» ilan edilen Hüseyin Kavak, «bunlar da birşey mi oğul» diyor ve ekliyor «asıl derdimiz Türk Halepçeleri.»
Yıl 1944. Nisan, Mayıs ayları. Nusaybinli bir köylü yularından tuttuğu eşeğiyle birlikte şehrin tek caddesi olan ana caddeden geçerken —keyfinden mi, can sıkıntısından mı bilinmez— ıslık çaldığı
için jandarmalar tarafından yakalanır. Jandarmalara
göre köylü ıslığı Kürtçe çalmıştır. Nihayet yanılmadıkları da ortaya çıkar zira bizimki tek kelime dahi Türkçe bilmiyor ve derdini Kürtçe anlatmaya koyuluyor. Tabii cezanın da miktarı böylece artıyor. Adam o kadar
çok itiraz eder ki, üzerindeki para derdini anlatmasına
yetmez ve elindeki eşeğini Kürtçe kelime ücreti olarak
—zorunlu olarak— ödeyip köyüne geri gider...
Ya pêwist ji bo me ew e ku Xanî gava yekem ji bo zimanekî standard avêtiye.Wî bi vê gava xwe ya pêşeng xwestiye ku berhema wî li ba piraniya xelkê were famkirin.Ne ku bibe berhema herêmekê û girtiya êleke ji êlên kurdan.
Helbestên Melayê Cizîrî û Feqiyê Teyran ax û zeviyek bûn ku tovên kurdayetiyê tê de şîn hatin û qebilîn. Ne ji ber mijarên di helbestên wan de lê ji ber zimanê ku ew helbest pê hatine nivîsîn. Em dizanin ku ziman ew e ramana ku bîr û hişmendiya milletekî di xwe de diguncîne û sîqal dike.