Bir Grup Filozof Mevlana Celaleddin Rumî'ye (k.s) gelerek birkaç sual sormak istediklerini bildirdiler.Niyetleri bir şeyler öğrenmek değil müslümanları dinleri hakkında şüphe ve dine düşürmekti.Hz.Mevlana adamların halini hiç beğenmedi onları üstadı Şems-i Tebrizî'ye (k.s) gönderdi.Bunun Üzerine grup onun yanına gittiler.Şems-i Tebrizî
Herşeyi Allah’tan İste!..
Bir gün Mevlâna Hazretleri Şeyh Selâhaddin-i Zerkûb’un dükkânında oturmuştu. Dostlar da dükkânın çevresinde halka olmuş ilâhî bilgiler ve sırlarla meşgul oluyorlardı. Birdenbire ihtiyar bir adam göğsünü döverek, ağlayıp sızlayarak içeri girdi; Mevlâna’nın ayağına kapandı, hüngür hüngür ağladı ve :
–Yedi yaşında bir çocukcağızım vardı. Onu çaldılar. Kaç gündür aramaktan dermansız bir hâle geldim; ama yine onu bulamadım, dedi. Bunun üzerine Mevlâna büyük bir hiddetle:
–Tuhaf şey bütün varlıklar Allah’ı yitirmişler, onu hiç aramıyor ve onun için de bir istekte bulunmuyorlar. Ne göğüslerini, ne de başlarını dövüyorlar. Sana ne oldu da göğsünü dövüyorsun. Senin gibi bir ihtiyar kendi çocukcağızının hasretiyle harap ve rüsvâ oluyor. Neden bir an Allah’ı aramıyor ve imdat istemiyorsun ki kaybolmuş Yusuf’unu Yakup gibi bulasın, buyurdu.
Çaresiz kalan ihtiyar derhâl tövbe etti ve göğsünü kapamağa başladı. Tam bu sırada onun kaybolan çocuğunun bulunduğu haberini getirdiler. (I, 118-119)
Ağlayabilir miyim gönlüm müsadenle, şöyle katıla katıla şimşekli bir gökyüzü gibi? Günaha batan tüm kirliliğim ile ağlayabilir miyim? Öylesine ama, ölesiye, bu can çıkana kadar bedenden. Nefsimin nefesi kesilesiye, pembe güller mor menekşelere düşesiye, sol yanımın ateşi yükselesiye kadar, kendi omuzumda kimseciklere yük olmadan, ağlayabilir miyim?
"Mevlânâ sırlara inanırdı, ama sırlardan önce insana inanırdı... Çünkü varlığın sırrı insandaydı... Eğer insan kendi sırrını anlayabilirse, yaşamın aynasında kendi ruhunu görebilirse, varlığın da sırrına erecekti..."
Sayfa 62 - Doğan Kitap 1.Baskı Eylül 2007Kitabı okudu