Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Profil
Amerika'da köle sistemi
Amerika Birleşik Devletleri'nin güney eyaletlerinde on se­kiz ve on dokuzuncu yüzyıllarda görülen kölecilik, resmen 1863 yılına kadar sürdükten sonra, ancak bir iç savaşla sona ermiştir. Ama köleliğin resmen sona ermesinden sonra, daha bir yüzyıl kadar ırk ayrımı biçiminde etkilerini duyurmuştur. Eski köleler, daha sonra, ancak ikinci sınıf yurttaş olabilmişler­dir. Bir çeşit kast anlayışı içinde, beyazların okullarına, lokan­talarına, otellerine girememişlerdir. Çeşitli yollardan siyasal ve medeni hakları bile kısıtlanmıştır. Bu ırkçı kast uygulamasını sürdüren son ülke olan Güney Afrika Cumhuriyeti'nde de arhk durum değişmektedir. Doğuştan var olan hukuksal eşitsizliklerin ilke olarak kalk­ması ve yasalar önünde eşitlik ilkesinin kabulüyle birlikte, çağdaş sınıf kavramına geçildiğini varsayabiliriz. Hukuksal kaynaklı eşitsizliklerin büyük ölçüde ortadan kalkmasından sonra bile, toplumsal-ekonomik nitelikli bazı eşitsizliklerin var olmayı sürdürmesi ve kuşaktan kuşağa aktarılabilmesi, sınıf olgusunu doğurur.
Atatürk'ün sonsuz kıymetini en çok kadınlar anlamalıdır.
Türk kadınının, Atatürkçü bir devrim anlayışı içinde elde ettiği kazanımlarının önemini iyi değerlendirebilmek için İran İslam Cumhuriyeti'nin, yirminci yüzyılın sonlarına yaklaşır­ken, İran kadınına layık gördüğü konuma kısaca göz atmakta yarar var. İran' da, "taammüden" işlenen cinayetlerde kadının tanıklığı kabul edilmemektedir. Katilin öldürülebilmesi için ödenmesi gereken "kan parası", eğer öldürülen kişi kadın ise, yarıya inmektedir. Koca, karısını "zina" yaparken görüp de öldürürse ceza almamaktadır. Okullarda kız ve erkek öğrenci­ler ayrı kitaplar okumakta, erkek öğretmenler kız öğrencilere ders verememektedir. Humeyni ve yakınları, İslam'ın "zor" ile bağdaşmayacağını söyleyerek, örtünme konusunda kadın­lara baskı yapılmayacağım vaat ettikleri halde, örtünmeyen kadınlar işten çıkarılmakta ve doğrudan ya da dolaylı bas­kılarla kadınların örtünmeleri zorunlu kılınmaktadır. "İslam Devrimi"nden sonra, kadın yargıçlar işten atılmıştır.
Sayfa 192Kitabı okudu
Reklam
İslâmiyet, Arap kadın için yararlı olurken, Türk kadınına zarar verdi
Kuran'ın "Cahiliye" dönemi olarak adlandır­ dığı İslam öncesi Arap toplumlarında, kadın Türk toplumla­rının tersine, toplumun en aşağılanan öğesini oluşturuyordu. Bazı hayvanlar, örneğin deve bile, kadından değerli sayılmak­taydı. Kız çocuklarının ölüme terk edildiği, hatta diri diri gö­müldüğü durumlar yaygındı. Kız çocuk doğuran analar ce­zalandırılabiliyorlardı. Kadın mal gibi satılabiliyor, kocanın ölümünden sonra miras olarak devrediliyordu. Erkek istediği kadar kadınla evlenebilir ve kadını dilediği zaman terk ede­bilirdi. Kadınlar erkeklerden daha az yemekle yetinmek zo­rundaydılar. Aytunç Altındal'a göre "kadının insan olup ol­madığı bile tarhşma konusu haline gelmişti." İslam dini Arap kadınını işte bu konumdan aldı ve hiç değilse erkeğin yarısı kadar haklara sahip olduğu bir duruma getirdi. Bu gelişme, İslam'ı kabul eden Arap kadını için büyük bir ilerleme, ama Türk kadını açısından da aynı ölçüde bir gerileme anlamı ta­şımaktadır.
Sayfa 189Kitabı okudu
İkinci Dünya Savaşı sonrasının Türkiye' sinde, çalışan nüfu­sun % 80'ini tarımdaki işgücü oluşturuyordu ve tarımda çalı­şan kadın oranı ise yarıdan fazlaydı. O günün istatistiklerine göre, toplam çalışanların %47'si kadındı. Oysa kentleşme sü­reci hızlandıkça tarımda çalışan nüfus azaldı ve köyden kente göç eden kadınların büyük çoğunluğu ev dışı bir işte çalışma­maya başladı. 1975 yılı bilgilerine göre, Türkiye'nin en yoğun sanayileşmiş bölgesindeki İstanbul' da bile, çalışan kadınların oranı % 16,5'i geçmiyordu. Başka bir deyişle, kentleşme oranı arttıkça çalışan kadınların oranı azalmıştı. Kentli kadının gi­derek artan oranda çalışması ise işsizlik sorununun çözümüne de bağlıdır. İşsizliğin artışından en çok zarar gören kesim, ka­dınlardan ve gençlerden oluşmaktadır.
Kadının tarihsel koşullar içinde erkeğe göre zayıf bir du­ruma düşmesi, büyük ölçüde ekonomik rolünün değişmesine bağlı gibi görünüyor. Kadının eve kapanmasını ve yalnızca ev içi işlerle ilgilenir duruma gelmesini doğuran koşullar, erke­ği evi geçindiren bir role büründürmüş, toplumsal ve siyasal yaşamda da kadının rekabetinden uzaklaştırmıştır. Bu durum giderek, erkeğin gerek genel olarak toplumdaki gerekse aile içindeki konumunu güçlendirmiştir. Erkeğin "aile reisliği" tartışmasız hale gelmiştir.
Sayfa 183Kitabı okudu
Kadınların acıya dayanma güçlerinin çok daha faz­la olduğu bilindiği gibi, kadınların ortalama olarak erkeklere oranla daha fazla yaşadıkları da bir gerçektir. Ama biyolojik olarak çocuk doğurma işlevinin kadına ait oluşu, onu ev içi işlere itmiş ve giderek toplumsal konumunun belirlenmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Reklam
Mühendis, yaşam mücadelesi sorunu yüzünden işçi sınıfına dahil oluyor.
Jean Suret-Canale, ücretliler içinde araştırıcı, mühendis, teknisyen ve eğiticilerin oranının giderek arttığına ve bu taba­kaların artık üretici veya üretim koşullarını yaratıcı bir görev yüklendiklerine işaret ediyor. Öğrenciler de artık geleceğin burjuvaları olmaktan çıkmakta, yaşam koşullan işçi sınıfına daha yakın olan bu ücretli kesim arasına katılmaya aday ol­maktadırlar. Öyleyse öğrencilerin mücadelesi, aslında sınıf ça­tışmasının bir parçasıdır.
Sayfa 174Kitabı okudu
Öğrencinin baskı ortamında yetişmesi.
Frederic Bon'a göre "öğrenciler en büyük baskıya uğrayan toplum kesimi değildir; ama bu baskının en saçma ve en hak­sız olduğu toplumsal tabakadır." Çünkü bilimsel ve teknik değişmeler sonucu, öğreticinin otoritesinin nedeni ortadan kalkmıştır. Şimdi profesör ile öğrenci arasındaki fark, sadece bilmediklerinin derecesi ile ilgilidir.
Sayfa 174Kitabı okudu
Değişmelere en kolay ve en iyi uyma yeteneğine sahip olan gençlerin, hem de bilgilerin hızla eskidiği bir ortamda en ye­nilerini öğrenmek durumunda oldukları halde, karar ve etki süreçlerinin dışında tutulmalarının yarattığı çelişkiyi Alfred Sauvy şöyle dile getirmektedir: "Çağdaş toplum, yaşlı kişiler­ce yönetildiği halde, hızlı bir evrim geçirmek durumundadır. Bu noktada belirli bir iç çelişki vardır." Marcel Hicter'in, Av­rupa Konseyi Kültür Komisyonu'na sunduğu çalışmaya göre "Gelecek yıllar içinde asıl sorun, yetişkinlerin çağdaş topluma uyumsuzluğu sorunu olabilecektir." Bilim adamları, tıp ve hijyenin, bir yandan insanları daha uzun süre yaşattığını, öte yandan da gençlere, daha uzun bir boy, daha üstün bir fizik güç ve daha çabuk bir ergenlik sağ­ladığını söylüyorlar. Gençler, yetişkinlerin biyolojik özellikle­rine daha çabuk ulaşıyorlar, ama özerkliklerini elde etmeleri gitgide daha gecikiyor.
Sayfa 168Kitabı okudu
Bernard Shaw
"Eğer yirmi yaşında iken komünist de­ğilseniz, kalbiniz yok demektir; kırk yaşına geldiğinizde hala komünist iseniz, kafanız yok demektir."
Sayfa 164Kitabı okudu
42 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.