İslâm Dini iki temel üzerine kurulmuştur:
1 - Ortağı olmadığı halde tek olan Allah'a kulluk / ibadet etmemiz ve
2 - O'nun şeriat olarak koyduğu dine göre kullukta bulunmamız ki, bu da peygamberlerin vâcib veya müstehab olarak emrettikleri şeylerdir.
Bu sebeple Hz. Muhammed'in nübüvvetinden sonra Allah'ın şeriat olarak koyduğu vâcib ve müstehablara göre kulluk etmeyen hiç kimse müslüman değildir. Bütün vâcib ve müstehab emirlerde aranılan kaçınılmaz şart, bunların yalnızca âlemlerin Rabbi için yapılmasıdır.
Sünnet'e sarılmak, kurtuluştur.
Çünkü sünnet, İmam Mâlik Rahimehullah'ın dediği gibi Nuh'un gemisidir; ona binen kurtulur, ondan geri kalan ise boğulur.
Bir kimsenin haktan (doğru yoldan) sapmasının en temel sebebi; Kendi hükümlerini, Allah tarafından indirilmiş olan hükümlerin önüne geçirmesi ve kendi görüş ve arzularını, Allah'ın emirlerine uymaya tercih etmelesidir.
Sevginin ilk aşamasına 'alaka' denilir. Bu aşamada kalp, sevilen kimseye ilgi duyup bağlanır. Sonraki aşamaya 'sababe' denilir. Bu aşamada kalp, sevilen kimseye düşkün bir hal alır. Sonra 'ğaram' aşaması gelir. Bu kalbe tamamen yerleşmiş, hiç akıldan çıkmayan sevgidir. Sonraki aşama ise 'aşk'tır. En sonunda ise 'teteyyum' aşaması gelir. Bu seviye ise sevginin en üst mertebesidir. Sevdiğine Tapınma ve kul-köle olmaktadır.
İbn Teymiyye'nin yaşadığı asırda tasavvuf denilince fena, sekr, cezbe, vecd, vahdet-i vücut, sema, hırka, silsile, tarikat merasimi, tek ke adabı ve usulü, türbe ve yatır ziyareti, ermişlerden medet umma, evliyayı Allah katında şefaatçi ve aracı kılma, gayba erenler v.s. gibi hususlar anlaşılıyordu."' İbn
Teymiyye "İslam'ın ilk şeklinde yok" diyerek bunları reddeder. Buna karşılık Kur'an ve hadislerde çokça geçen velayet, kulluk, takva, rıza, tevekkül, ihsan, sıdk, salah, muhab bet ve ihlas gibi terimlere ağırlık verir. Allah ve resulü ile olmak, onları sevmek ve onlar tarafından sevilmek İbn Teymiyye'de tasavvufun alternatifini oluşturur.^
Allah'tan başkasına kul olmayan kimsenin kibri olmaz. Çünkü, yalnız Allah'a kul olmanın gücü buna engeldir.
Hıristiyana şirk, Yahudiye ise kibir galip gelmiştir.
İnsan ya Allah'a kul olur, sadece O'na boyun eğer, yahut da bu dünyanın varlıklarına kul olur, şeytanlar kölelik zincirini boynuna geçirir. Kalbini şeytanlar istila eder. Bu iki şıktan dışarı çıkmaya gücü yoktur insanın.
Dua, ister ibadet duası olsun, ister ihtiyaç ve yardım dileme duası olsun sadece Allah'a yapılır. Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır :
"Şüphesiz mescidler, (yalnızca) Allah'a aittir. Öyleyse, Allah ile beraber başka hiç bir şeye (ve kimseye) kulluk etmeyin (dua etmeyin, tapmayın)". (Cin/18)
Kalbler; - Ancak O'na kulluk (ibadet) etmeleri sayesinde başka bir mâbuda ihtiyaç duymaz. - Yalnızca O'ndan yardım isteyerek de, başkalarına boyun eğme zilletinden kurtulur. Eğer kul bu halde değilse, zavallı bir günahkârdır. Bu halden ancak Rabbine itâatte bulunarak kurtulabilir. İşte insanın hali budur. Muhtaç ve yoksundur, ama yine de yazık edip durmadan hatâ işler. Bu yüzden her zaman için Rabbine muhtaç olmaktan kaçınamaz. Bol bol bağışlarını serecek olan O'dur. Kulun da istiğfar etmesi lâzım.
Bir kimse bu gerçeği bilmezse, ona iyice anlatılır, apaçık izah edilir. Buna rağmen hala eski itikadında devam ederse, kendisi mürted kabul edilerek öldürülür