“Read, read. Read everything - trash, classics, good and bad, and see how they do it. Read! You'll absorb it. Then write. If it's good, you'll find out. If it's not, throw it out of the window.”
Bu konuyu hiç kimseyle, hatta Beatrice veya babamla bile konuşmadım. Her şeyi yazmaya karar verdiğim andan itibaren kendimle aramda bir sır tutmanin ne anlamı vardı ki? Yazı dünyasının insanlarıyla aramda bir yakınlık olduğunu hissederim: Çok okurum. Sayfaların arasında pek çok yetim, bahtsız, berbat zorbalıkların kurbanı olan, gene de kötülüğün elini sürmediği kızlar tanıdım: Işıltılıydılar, yetenekliydiler, belli ki kısmetlerinde kurtuluş vardı. Kabul ediyorum, kendimi o küçük kahraman kızlardan biriymiş gibi anlatmak pek cazip geliyor.
Okumayı ve aynı zamanda koşmayı, kendimi yok etme gerçekliğini öğrendim. Kendimi unutma, korsan, canavar, cadı, prenses alma özgürlüğünü yakalamıştım. Zor anımda bir sincap ya da bir peri yardımıma koşuyor, yalnızlığım diniyordu.
Birbirine kenetlenmiş iki beden sanki ben orada yokmuşum gibi bir süre öylece kaldı. Onlara bakmak kötü hissettiriyordu ama gene de gözlerimi alamıyordum, sanki öksüz kalmışım gibi içim kıyılarak yoksunluk çekiyordum.
Yatağa oturuyorum. Bir olgunluk coşkusu anında seni anımsama ve seninle yüzleşme zamanımı geldiğini anlıyorum. Yoksa seninle ilgili bilgece bir karar olmam mümkün olmayacak.