Aslına bakarsanız din, geçmişte olduğu gibi bugün de bir şiddet kaynağıdır. Sırf son dönemden birkaç örnek verecek olursak: Filistin(Yahudiler ile Müslümanlar), Balkanlar (Ortodoks ile Müslümanlar), Kuzey İrlanda (Protestanlar ile Katolikler), Sudan (Müslümanlar ile Hristiyanlar) Etiyopya ve Eritre (Müslümanlar ve Hristiyanlar), Sri Lanka (Budistler ve Hindular), Endonezya (Müslümanlar ve Hristiyanlar), Kafkaslar (Hristiyanlar ve Çeçen müslümanları)... Bu yerlerde din, son on yılda, gerçek anlamda milyonlarca insanın doğrudan ölüm nedeni oldu.
“kendinizi hint ya da müslüman ya da bir hıristiyan ya da başkaca birisi olarak adlandırdığınızda şiddete düşüyorsunuz. neden bunun bir şiddet olduğunu görebiliyor musun? çünkü bu şekilde kendini, insanlığın kalan kısmından ayrı tanımlıyorsun. kendini inanç ile, ulus ile, gelenek ile ayırdığında, bu ayrım şiddeti doğuruyor. öyleyse şiddeti anlamayı arzu eden bir kişi herhangi bir ülkeye, herhangi bir dine, herhangi bir politik partiye ya da bir grupsal sisteme ait değildir; o kişi insanlığın tümünü anlamanın peşindedir.”
''kadınlar.türlerin dişileri.çiftleşmede seçici davranarak insan evrimini onlar yönlendirir.peki sürekli kötü adamları seçerek evrimimize nasıl rehberlik ediyorlar? hepsi düzgün erkekleri istermiş gibi davranıp nerede bir it varsa onun peşinden koşarlar.böylece bu rezillerin soyu devam eder ve insan evrimleştikçe zalimleşir.belki de yirminci yüzyılda dökülen kanın sebebi budur.''
“tanıştığın her yeni insan karşısında kapıldığın beklenti yüzünden hep çocuk kalmışsın. ardından yaşadığın hayal kırıklığı yüzünden de hızla sinirli bir ihtiyar oldun.”
Hiç bir beklentiye girilmeyen ilişkiler daha mı sağlıklı acaba? Tanıştığımız insanlardan en ufak bir şey bile beklemek yanlış mıdır sizce? Hiç bir karşılık beklemeden ilişkilerimizi sürdüremez miyiz?
Ateizm bir kaleydi. Bu kaleden sevimsiz ve aptal bir dünyaya meydan okuyacaktı. Boğazına sarılan kördüğüm çözülmüştü kısmen…
Ateizme gelişim tamamen teorik… (Jurnal, 31.5.1981)
“On birinci sınıfta lise kütüphanesinden alıp okuduğum Madde ve Kuvvet bir çeşit imtiyaz sağlıyordu bana, hayalî bir imtiyaz. Kendini çevresindekilerden üstün gören bir ukalâ.
Çevresindekiler inanıp inanmadıklarını bilmiyorlar, o, inanmadığını biliyor artık, daha doğrusu öyle bir vehim içindedir. Avrupa ilminin cömertçe sunduğu bu fetvayla küstah ve mağrur. Buchner’i ne kadar anladı, anlayabilir miydi? Kestirmek güç... ve mühim de değil. Ateizm bir kaleydi, bu kaleden sevimsiz ve aptal bir dünyaya meydan okuyacaktı. Boğazına sarılan kördüğüm çözülmüştü kısmen...
Ateizme gelişim tamamen teorik.”