Baktığı bu ruhunun aynası insafsız bir aynaydı. Kibir? Merak? ikiyüzlülük? Feragatinde bunlardan başka bir şey yok muydu? Bir şeyler olmalıydı. En azından öyle düşünüyordu. Ama kim bilebilirdi ki?
İnsanların günahlarını göğe anlattıkları gibi yeryüzüne de anlatmalarını isteyen bir Tanrı vardı. Günahını anlatmadıkça kendini arındırmak için hiçbir şey yapamazdı.
Yaşamın hakiki trajedileri genelde öyle sanatsal olmayan bir biçimde gerçekleşir ki bizi kaba şiddeti, mutlak tutarsızlığı, saçma anlam arayışı, katışıksız üslup eksikliği ile incitir. Halis bir kaba kuvvet izlenimi bırakır ve biz de buna başkaldırırız.
Deneyimin hiçbir ahlaki değeri yoktu hatalarımıza verdiğimiz bir isimdi sadece. ...Ancak deneyimde hiçbir hareket ettirici güç yoktu. Vicdanın kendisi gibi küçük etkin bir sebepti. Gösterdiği tek şey geleceğin de geçmişimiz gibi olacağı, bir kere işlediğimiz günahı, tiksinti ve neşe ile birçok kez daha işleyeceğimizdi.
Bu romanı okurken sanki eski türk filmlerini izliyormuş gibi hissettim.(bu cümleyi yazdıktan sonra acaba nasıl filmini yapmışlardır diye google ladım ve de trt versiyonuyla kafamda canladırdığım tam anlamıyla aynı olduğunu fark ettim). Kitabı alırken de ve de okumaya başlarken de çok fazla bir beklentim yoktu. Ama bitirdikten sonra vayy bee dedirttirdi. Çünkü ilk roman denemesin olmasına, 19.yy Osmanlı döneminde geçmesine, İstanbul’da aşkı anlatmasına(aşkı ist a anlatmak kolay, kimse Zonguldak’ta aşık olamaz çünkü) rağmen okuyucu sıkmadan hatta eğlendirerek anlatması beni etkiledi açıkcası. Bu kitapta neler var peki, kavuşamayan aşıklar, kavuşabilen aşklar, dönem eleştirisi, Osmanlı’da kadının yerinin eleştirisi, feminizm(bence), geleneklerin saçmalığının gösterilmesi, kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesi vs. Yani bir 19.yüzyıl yazarının ele alabileceği en önemli konuları ele almış ve bunu anlatırken de romantizm etkisinde kalmış bir yazardan duyabileceğim şeyler.
Benim için son sahnesi çok komikti.
-Kızımmm.
+Baba?
-Ben senin babanmışım.
_Fitnat’ım!
+Talat’ımm..
ve herkes ölür. Delirir. Bazısı da kör olur.
Çalının dibine düşüvermiş bir yaralıyı düşün. Ölmek üzeredir; fakat bilir ki yine o anda kendisi gibi can çekişen birçok insanlar var, bilir ki onların hiçbiri bu kadar yiğitçe harcanan canına hasret çekmiyor, biliyor ki gözleri kapanıp da bu alemi bu bakıştan seyrettiği vakit ruhu yüce alemin, neşe kevseriyle mest olacak.
Gizli, ne olduğu belirsiz, fakat hükmeden sesi üstün bir duygu, uzun bir beraberliğin kalbimde sağlamlaştırdığı sevgi duygusunu susturuyor, seni sevmeye alışık bu kalbe “Hayır, ona düşman olacaksın,” diyordu. Niçin?