Victor Hugo'nun okuduğum ikinci kitabı budur. İlk olarak
Notre Dame'ın Kamburu'nu okumuştum ve ikisininde de yazarın topluma vermek istediği mesajlar var. Notre Dame'ın Kamburu kitabında yıkılmaması gereken katedrali;
Bir İdam Mahkûmunun Son Günü kitabında ise idamın olmaması gerektiğini savunmuştur. Bu nedenle yazara büyük bir saygı beslediğimi itiraf etmeliyim. Çünkü kitabı okurken o dönemin nasıl da idama meraklı olduğunu, bunun için meydanlarda toplanıp eylence düzenledikleri görmüş oluyoruz. İdam konusu zaten başlı başına tartışmaya açık bir konu. Herkesin farklı düşünceleri ve savunuşları vardır. Yazar da idama mahkum olan bir suçlunun gözünden kendini savunmasını anlatıyor. Suçlu ilk başta idamına boyun eğse de zaman idama yaklaşınca içinde bir savunma duygusu peyda oluyor. Ölümün onun için erken olduğunu ve geride bıraktıklarını anımsıyor. Kendini kralla kıyaslayıp aslında ikisin de etten kemikten olduğunu vurguluyor. Nedense bu kitabı okurken aklıma -çok benzer olmasa da-
Reis Bey tiyatrosu geldi. Orada da -haksız yere- idam edilen bir gencin duygularına değiniyordu. Tabii bu iki karakter arasında şunu fark ettim: Biri ölüm yaklaşınca kaçmak istiyor(Bir İdam Mahkumunun Son Günü), diğeri ise ölüme boyun eğiyor(Reis Bey).
Kesinlikle bu kitapta da betimlemeleri ve mekan tasvirlerini Notre Dame'ın Kamburu'daki gibi detaylı bir şekilde okuyoruz. Mutlaka okunması gereken bir kitap.