Ama insan üzülüyordu işte. Her şeyin kendini durmadan tekrar etmesine. Birinin yerine geçmesine bir başkasının, birinin cuk diye oturmasına bir başkasının açtığı boşluğa.
Aklımı okur gibi bakıyordu yüzüme. Sanki her şeyi bilir gibi, sanki dünyanın tozunu yutmuş, bütün soruların cevapları ondaymış gibi.
...
Yine de bir kaplumbağa gibi yüz yıldır yürüyordu sanki yeryüzünü, yavaş yavaş, hiç acele etmeden.
Avcumun içinde yavru bir kuş gibisin. Kıpır kıpır bir hal var üzerinde. Kalacak gibi de gelsen bazen, o kadar belli ki, gideceksin.
...
Ama ben? Sürekli değişti adresim. Ait hissetmedim hiçbir yere. Eder gibi yaptım ama foyam çabuk çıktı ortaya.
Yine de galiba bazı insanlar yolda olmak için geliyorlardı hayata. Dikiş tutturamayan, bir yerde uzun süre kalamayan, doğuştan huzursuz insanlardık biz.
...
Yerinde durmadı ki hiç hayat, o dursa ben durmadım.
Uzun zamandır unuttuğum bir şeydi bana o gece olan. Adı ne bilmiyorum o şeyin. Aşk meşk, öyle bir şey değil. Başka bir şey. Canlı olduğunu hissetmek gibi. Uçabileceğine inanmak gibi.
Başkalarıyla görüşmezken o kadar kötü değildi hayat. Bir kıyasa gerek olmuyordu o zaman, kim kazandı, kim kaybetti, fark etmiyordu. Bir alternatifi yoktu çünkü hayatımızın. Daha iyisi yoktu. Neyse oydu hayatım. Neysek oyduk.