Bir arayışın kitabıydı Hanne.
Geçmişinden, kendinden, köklerinden kaçan Hanne'nin arayışı. Bu arayışa bir okur olarak şahit olmak ise sahiden güzeldi.
Konusundan kısaca bahsetmem gerekirse, Almanya'ya göç etmiş bir Türk ailenin aile içerisinde yaşadıkları drama, şiddete ve acılarına şahitlik ediyoruz. Olayın merkezindeki Hanne'den dinliyoruz olan biteni. Sonra kardeşi Ömer dahil oluyor aramıza ve aslında onun acılarının daha derin olduğunu görüyoruz... Yazarın, şiddete eğilimli insanların dünyayı, kendilerini ve sevdiklerini -gerçi birilerini sevebildilerini hiç sanmıyorum- nasıl mahvettiklerini çok iyi resmetmiş olmasına da ayrıca değinmem gerekir.
Kitap güzel ve özellikle ilk otuz sayfadan sonra gerçekten akıcıydı. Ama hoşuma gitmeyen, daha doğrusu eksik bulduğum, belki biraz daha ayrıntısını okumak istediğim olaylar yok değildi. Mesela Ömer'le Hanne'nin iletişimini biraz daha okumak, hissetmek isterdim. Ya da Hanne'nin gitmeye karar verdiği yere gidişini ve oradaki hislerini. Ya da Süleyman'la onu biraz daha okumayı... Bu yüzden kitabın son kısımları beni çok azıcık bir hayal kırıklığına uğratsa da, genel anlamda bana güzellikler katan bir kitap olduğu kanısındayım.
Yazarın tasavvufi meselelere değinmesi, Mesnevi'deki hikayeleri bir karakter ağzından ve oldukça da sarih bir şekilde şerh etmesi çok hoşuma gitti. O kısımları okurken ağzım kulaklarımdaydı. Belki de üniversitedeki aldığım Mesnevi Şerhi dersini hatırlattığından. Bir kez de tek başıma okumaya başlamayı düşündürttü bana, bu da güzel bir kazanım.
Uzun lafın kısası güzel, merak uyandırıcı, akıcı bir roman. Tavsiye olunur demeliyim.