El gibi görmeyin, bu mahalledenim ben.
Sizin sokağınızda evimi aramaktayım ben.
Düşman gibi görünüyorsam da düşman değilim.
Hintçe (Farsça) söylüyorsam da aslım Türk'tür benim.
Dibi-kıyısı belli olmayan büyük bir denizdir aşk.
Boşlukta duran bir deniz ve kadim sırdır aşk.
Canların hepsi o denize dalmış ve orada kalmıştır.
O denizin bir damlası ümit geriye kalanı ise korkudur.
Sarığıma, cübbeme, başıma, üçüne birden,
Bir dirhemden daha az değer biçtiler.
Sen bu dünyada benim adımı hiç mi işitmedin?
Ben bir hiçim, ben bir hiçim, ben bir hiç.
Def gibi ne zamana kadar zalim elinden tokatlar yiyeceğim?
Yahut da rebab gibi gam yayına göğsümü siper edeceğim?
Dedin ki: "Çeng gibi kucağıma alır okşarım seni."
Ben senin neyin değilim ki nefesini yutup, sözlerine kanayım.
Yaşadığım sürece, Kur'an'ın kulu, kölesiyim.
Seçilmiş Muhammed'in yolunun toprağıyım.
Sözlerimden, bundan başka bir şey nakleden olursa,
Ben o nakledenden de o sözden de şikâyetçiyim.
Seni görüp de gül gibi açılıp gülmeyen kişi,
İçi boş davul gibi candan ve akıldan yoksundur.
Hakk'ın daveti ve peygamberlerinin yüzünü görmekten
Mutlu olmayan kişi, sonsuza dek kâfır olarak kalır.
Dün gece, akıl üstadına gizlice şöyle dedim:
"Benden dünya sırlarına dair hiçbir sözü saklama."
Kulağıma eğildi ve yavaş yavaş şöyle dedi:
"Bu sır ancak irfanla bilinebilir, söze mahal yok. Sus."
Sevgili öyle darma dağınık, öyle perişan geldi ki sorma.
Ayrılığı öylesine ateşlerle dopdolu geldi ki sorma.
"Yapma, etme." dedim. "Sen yapma, ben de yapmayayım." dedi.
Bu bir tanecik söz öyle hoşuma gitti ki sorma.
Hiçbir zaman bu ibadet incisini delemedim.
Günah tozunu gönlümden süpürüp atamadım.
Yine de senin dergâhından ümidimi kesmedim.
Çünkü ben, sana hiçbir zaman iki demedim.
“Diken içindedir onlar / fakat gül gibi/ Hapistedir onlar fakat şarap gibi/ Balçık içindedir onlar fakat gönül gibi./Gece içinde kalmışlardır, fakat seher gibi…”