Liste Babil.com'da Türkçe olarak yayınlanmıştı. Lakin artık Türkçesini bulamıyoruz ne hikmetse. Küçük-büyük harf sıkıntısını düzeltmek isterdim lakin uğraşamayacağım, bu listeyi bulurken de çok uğraştım. İngilizcesi hizmetinizde arkadaşlar, buyurunuz. :)
never let me go – kazuo ishiguro
Bugüne kadar pekçok kitap sinemaya uyarlandı.Şu ana kadar izlediklerim içerisinde benim favorilerim sırayla
1-BABA: Mario Puzo, Francis Coppola
2-DÖVÜŞ KULÜBÜ: Chuck Palahniuk
3-OTOMATİK PORTAKAL: Anthony Burgess
4-SCHINDLER'İN LİSTESİ: Thomas Keneally'nin Schindler's Ark
5-GUGUK KUŞU: Ken Kesey
6-TRAINSPOTTING Irvine Welsh'in sarsıcı romanı,
7-İNGİLİZ HASTA: Michael Ondaatje
8-GÜNAH ŞEHRİ: Frank Miller
9- KIYAMET: Joseph Conrad -Karanlığın Yüreği 1899
10-LOS ANGELES SIRLARI: James Ellroy
11-SIKI DOSTLAR: Nicholas Pileggi'nin Wiseguy
12-SİNEKLERİN TANRISI: William Golding'in romanı,
13-TEHLİKELİ İLİŞKİLER: Pierre Choderlos de Laclos
14-YETENEKLİ BAY RIPLEY: 1954 tarihli romanın yazarı Patricia Highsmith
15-1984: George Orwell
16- BROKEBACK DAĞI: Annie Proulx
17-ESARETİN BEDELİ: Stephen King
18-Akıl Oyunları
Tabi Rıfat Ilgaz 'ın Hababam sınıfı bizim için ayrı bir yerde
Listenin dışında önerilerinizi bekliyorum
İkinci Dünya Savaşı'nın sonları... Havada umutsuzluk, çaresizlik, bıkkınlık ve belirsizlik var.
Farklı dünyalardan gelen ve savaşın aynı coğrafyada buluşturduğu dört kahramanın hikayesini bulacaksınız bu romanda. Kanadalı bir hemşire, İtalyan bir hırsız, Sih bir asker ve gerçek kimliği ile ilgili hiçbir bilgi olmayan bir kazazede, ingilizce konuştuğu için ingiliz sanılan bir hastanın hikayesi. Onların birlikte geçirdikleri zamanın yanı sıra, geçmişte ne yaşadıklarına da tanık olacaksınız.
Başta karmakarışık görünse de hikaye ilerledikçe parçaları toplayıp onu kafanızda canlandırabileceksiniz. Okurken zaman zaman sıkılabilirsiniz. Ama bu sizi yanıltmasın, sabırlı olursanız okumaya değer bir roman olduğunu göreceksiniz. Her ne kadar yazarın uydurması olsa da değişik ve gerçekçi bir hikayesi var çünkü.
Kitabın orjinal adı ''The English Patient'' yani ''İngiliz hasta''. Filmi çekilmiş ve 1996 yılında en iyi film de dahil olmak üzere 9 dalda Oskar ödülü kazanmış. Sanırım bu hikaye okumaya değdiği kadar izlemeye de değer. :)
İngiliz CasusMichael Ondaatje · Can Yayınları · 2000232 okunma
Yeni yeni büyümeye başlamış bir ülke, Kanada ve bu büyüme yolunda kesişen acı dolu hayatlar. Kimliksiz, geçmişsiz, yalnız işçiler, oyuncular, milyonerler... Ondaatje'nin okuduğum ilk kitabı. Bir anlık hislere, bir anlık hareketlere böylesine sayfalar dolusu anlamlar yüklemek çok zor olsa gerek yazar için, okuyucu için çok keyifli olsa da. Umut dolu bir depresyon gibiydi. Tavsiye ederim.
--Senin kırmızı bir köpeğin var mı, diye sormuştu Caravaggio'ya birkaç gün sonra.
--Evet; Russet, diye yanıt vermişti Caravaggio fısıldayarak.
--Sen hırsızsın, değil mi?
--En iyisi. Zaten -gördüğün gibi- bunun için buradayım ya.
--Kuşkusuz biri neden olmuştur buna.
--Evet. O kırmızı köpek.
Perdenin ardındaki zifiri karanlığa daldı Patrick. Feneri yakınca gördüğü ilk şey, boşlukta sallanan ayaklar oldu. Fenerin ışığını simli giysinin eteğinden yukarıya doğru kaydırdı. Tahta tutamağı ve ipleri bir su borusuna bağlanmış bir kral asılı duruyor havada. Tüm kuklalar birkaç su borusuna bağlanmış, havada sallanıyorlar. Feneri nereye döndürse, artık kuklaya değil dinlenen insanlarınkine benzeyen kollara ve yüzlere değiyor ışığı. Bir tıp oyununda donup kalmışlar sanki. Kral ve suspus olmuş maiyeti. Bir Uzakdoğu geleneği. Moğol Kralı Akbar ne zaman gongunu çaldırsa, kralın maiyeti -o sırada ne yapıyor olurlarsa olsunlar- oldukları yerde donar kalırlarmış. Kralın kaprisi işte. Herkes heykel gibi dururken, o da aralarında dolaşır, giysilerini ve ne yapmakta olduklarını filan yakından incelermiş. Kılı oynayanın kafası uçurulurmuş. Mutfaklara, cephaneliklere, birbirlerine dokunmak üzereyken donup kalmış aşıkların seviştiği yatak odalarına girer çıkar, sofranın üstünde soğuyup giden yemeklere bazen aç aç bazen de bezgin bezgin bakan heykelleşmiş maiyetinin oturduğu masaların çevresinde dolanır, yalnızca şahinlerin tüneklerinde huysuzlanıp silkindikleri şahinciler koğuşuna bile uğrarmış.
--Köpek tıraş ederken babama nasıl yardım ettiğimi hiç anlatmış mıydım sana, diyerek gülüyor Clara. Gerçek bir öykü bu. Babam avlanmayı çok severdi. Dört tane av köpeği vardı. İsmi yoktu köpeklerin. Hep ortadan kayboldukları için onlara numara vermiştik. Yaz gelince avcılar birbirlerinden köpek çalarlar. Köpeklerinin çalınacağı korkusu, babamı çok
Şimdiye kadar hiç kimsenin erişemediği bir duvar vardı içinde. Bu duvarın, Patrick'in kişiliğini deforme etmiş olduğunu varsayan Clara'nın bile. Yıllar ve yıllarca önce yuttuğu, bir türlü söküp atamadığı için hala içinde taşıdığı, birlikte büyüdükleri ufacık bir taş. Onu saklamasının gereği her neyse, yıllarca önce ortadan kalkmıştı büyük olasılıkla... Patrick ve onun o önemsiz, ufacık taşı. Yaşamının ters bir döneminde girmiş benliğine. O zamanlar minicik bir korku kıvılcımıymış herhalde. Yedi -ya da yirmi- yaşındayken başını çevirip yol kenarına tükürerek onu içinden söküp atabilir, ilk köşe başında unutabilir ve yoluna devam edebilirmiş bal gibi.
İnsanlar böyle yapılanırlar işte.