İsminiz bilmediğimiz bir kadın, yabancı ve evli bir erkek. Aralarında sadece cinsellik üzerine kurulu bir ilişki. Peki ya kadın aşık olursa? Adamın aramalarını, ona gitmesini beklerse ve tüm hayatını o adamın aramalarına endekslerse?
Annie Ernaux öyle bir kitap kaleme almış ki isimsiz kadının aşkını, platonikliğini, tutkusunu, o adama karşı olan çaresizce bağımlılığını sanki sizin başınızdan geçiyormuş gibi okuyorsunuz. “Bu nasıl bir takıntıdır ki bir adamı böyle hayatının merkezine koyabilir bir kadın?” diye sorguladığınız da çok oluyor ama anlayabiliyorsunuz da. Hani bazen sosyal medyada görüyoruz ya sevgilisinden ayrılmış bir kız arkadaşı nefes aldığında “o da böyle nefes alırdı.” diyor da arkadaşı kıza sinirleniyor ya, kitabı okurken birkaç sayfa boyunca o arkadaş gibi hissettiğiniz oluyor.
Ama bu arkadaş gibi hissettiğiniz kişi bir ergen veya küçük bir çocuk değil, ödev kontrol eden, çocukları olan, aklı başında bir kadın ve bu durumda olması size yer yer sinir harbi yaşatıyor. Bu sinir harbinin yanında bir yandan da görüyorsunuz ki bir kişi toplumda nerede olursa olsun tutkunun pençesine yakalandığında aklı başından gidiyor. Ne yaptıkları ne de hissettikleri ne iradeleriyle girdikleri savaş sonunda aldıkları kararlar onlara ait olmuyor. Böyle insanlara bence cinnet geçiren bir kişiymiş gözüyle bakılması gerekiyor çünkü bu süreç boyunca kendilerinde olmuyorlar. Ne sorarsanız sorun aldığınız cevaplar kendi mantık çerçevenize oturtabileceğiniz cevaplar değiller.